Suriye - Ürdün - Mısır 2007
1. GÜN:
3 ülkede, iki kıtada 14 gün süren 5500 km’lik turumuz kazasız sona erdi. Her bir ülke için iki kara sınır kapısı geçtik yani 3 ülke için 6 kez giriş tabiî ki 6 kez de çıkış yaptık. İki haftalık bir tur için zamanın büyük bir bölümünü sınır geçişlerinde harcamak görülmesi gereken birkaç noktanın pas geçilmesini gündeme getiriyor. Hele bu ülkeler Mısır gibi olursa geziniz iki kapı arasındaki tampon bölgede geçebilir. Yakıt, yeme içme ve otel ücretleri ne kadar ucuz olursa olsun sınır geçişlerinde aradaki farkı gümrük vergisi olarak en başta tahsil ediyorlar zaten.
3 ülkede, iki kıtada 14 gün süren 5500 km’lik turumuz kazasız sona erdi. Her bir ülke için iki kara sınır kapısı geçtik yani 3 ülke için 6 kez giriş tabiî ki 6 kez de çıkış yaptık. İki haftalık bir tur için zamanın büyük bir bölümünü sınır geçişlerinde harcamak görülmesi gereken birkaç noktanın pas geçilmesini gündeme getiriyor. Hele bu ülkeler Mısır gibi olursa geziniz iki kapı arasındaki tampon bölgede geçebilir. Yakıt, yeme içme ve otel ücretleri ne kadar ucuz olursa olsun sınır geçişlerinde aradaki farkı gümrük vergisi olarak en başta tahsil ediyorlar zaten.
Tüm gezi boyunca tuttuğum masraf
kalemlerini yazı sonunda bulabileceksiniz.
Her zamanki gibi bir gece
önce heyecandan uykusuzluk ve ertesi gün yapılması gereken uzun bir rota. Bu
herkes için aynı değil elbette ekimizdeki Zeki arkadaşımız Honda XL 200’ün
avantajlarını ilk fırsatta kullanıp Zonguldak’tan Osmaniye ye kadar motoru
otobüse yüklüyor. Dönüş içinde aynı plan geçerli.
Gürkan ile beraber TR
sınırlarında yol yapmak durumunda kalıyoruz ve sabah yağmur beklentisi ile
biraz geç yola çıkıyoruz. Bizi uğurlamaya Kdz. Ereğlili motorcu dostlarımızdan
Ahmet ağabeyimiz geliyor ve Düzce Dadaşlar Yamaha bayiine kadar bize eşlik
ediyor. Ankara otobanı cankurtaran mevkiinde parmaklarımız donmaya başlıyor etrafta
hala kar var.
Aksaray’dan sonra Hasan
dağının karlı tepelerinin fotoğrafını almak için mola veriyoruz.
Ben her zamanki gibi ağırlığımı sol ayağıma vererek motordan inmeye çalışırken birden kendimi motorun altında buluyorum. İşte ilk küçük aksilik daha havadayken yan ayağın kırıldığını doğru tahmin ediyorum. Gürkan’a seslenip beraber motoru kaldırıyoruz. Motor sadece 160 kg üzerinde de çok fazla yük olmamasına rağmen bu tür durumlarda motoru olduğundan çok fazla daha ağır hissediyorsunuz. Ayak kaynaktan değil boru malzemesinin daha önceki bir yırtığından koptuğu belli oluyor fakat boru malzemesinin bu kadar ince olabileceğini hiç tahmin etmiyordum. Artık ilk yapmamız gereken bir kaynakçı bulmak. Bu durumun TR sınırları içerisinde ve gündüz erken saatlerde olması sevindiriyor bizi. Ayak kırıkken motoru terk etmek baya güç bir şey. Böyle bir durumda orta ayakların avantajını anlatmaya gerek yok. Aynı sıkıntı lastik patladığında motoru sabitlemek içinde geçerli.
Ben her zamanki gibi ağırlığımı sol ayağıma vererek motordan inmeye çalışırken birden kendimi motorun altında buluyorum. İşte ilk küçük aksilik daha havadayken yan ayağın kırıldığını doğru tahmin ediyorum. Gürkan’a seslenip beraber motoru kaldırıyoruz. Motor sadece 160 kg üzerinde de çok fazla yük olmamasına rağmen bu tür durumlarda motoru olduğundan çok fazla daha ağır hissediyorsunuz. Ayak kaynaktan değil boru malzemesinin daha önceki bir yırtığından koptuğu belli oluyor fakat boru malzemesinin bu kadar ince olabileceğini hiç tahmin etmiyordum. Artık ilk yapmamız gereken bir kaynakçı bulmak. Bu durumun TR sınırları içerisinde ve gündüz erken saatlerde olması sevindiriyor bizi. Ayak kırıkken motoru terk etmek baya güç bir şey. Böyle bir durumda orta ayakların avantajını anlatmaya gerek yok. Aynı sıkıntı lastik patladığında motoru sabitlemek içinde geçerli.
Çok fazla sıkıntı yaşamadan
motorcu bir kaynak ustası buluyoruz ve ayağı gösteriyoruz. Bu tür konularda çok
titiz olduğumdan normalde işi yapan ustanın kafasını şişirir işine karışırım
ama bu sefer usta daha kırık ayağı incelerken kendini ispat ettiği için tüm
olayı kendine bıraktım ve çok sağlam bir ayağa sahip oldum. Ama sütten ağzı
yanan yoğurdu üfleyerek yermiş bende o andan sonra tur boyunda motora ayak
üzerine çıkarak değil hoplayarak bindim. Bana bu durum en az 1 kg
kaybettirmiştir.
Hava kararmak üzereyken Torosların
karla kaplı manzarası ile geçiyoruz ve soğuğu bir kez daha sıkı bir şekilde
hissediyoruz. Adana’ya geldiğimizde hava iyice kararmış olmasına rağmen 3-4
derece ısındığını fark ediyoruz. Zekinin sabah 10:00 dan önce Cilvegözü sınır
kapısında olamayacağını düşünerek Adana’da
konaklamaya karar veriyoruz. Otel öncesi
kebap ziyafeti veriyoruz ve otogar civarında kesinlikle tavsiye etmeyeceğim bir
otelde 4 duvarı olan bir oda tutmak zorunda kalıyoruz. Bunu odadaki pencereyi
açtığımızda karşımızda klima ve koca bir duvar görünce fark ediyoruz ama çok
geç.
2. GÜN:
Adana merkezden direkt
otobana giriyoruz ilk durağımız bize lojistik destek sağlayacak olan
İskenderunlu motorize dostumuz Yücel (XT600).
Yücel bizi İskenderun Payas otoban çıkışında kışlık eşyalarımızı almak üzere karşılıyor. Tüm kışlıklarımızı ve yağmurluklarımızı verip ayaküstü sohbet ve Yücel’in iyi dilekleri ile yola devam ediyoruz. Kışlıkları verdiğimize sadece birkaç saat sonra ve Kızıl Deniz Kıyılarına kadar sürecek pişmanlığımızı nereden bilebilirdik. Bazen ihtiyacınız olması ihtimali çok yüksek olan bir malzemeyi yanınızda günlerce taşırsınız, yanınıza almadığınız bir anda ihtiyacınız olur.
Yücel bizi İskenderun Payas otoban çıkışında kışlık eşyalarımızı almak üzere karşılıyor. Tüm kışlıklarımızı ve yağmurluklarımızı verip ayaküstü sohbet ve Yücel’in iyi dilekleri ile yola devam ediyoruz. Kışlıkları verdiğimize sadece birkaç saat sonra ve Kızıl Deniz Kıyılarına kadar sürecek pişmanlığımızı nereden bilebilirdik. Bazen ihtiyacınız olması ihtimali çok yüksek olan bir malzemeyi yanınızda günlerce taşırsınız, yanınıza almadığınız bir anda ihtiyacınız olur.
Reyhanlıya doğru giderken
yolda uçakla ilaçlama yapan bir sivil pilot la tanışıyoruz. Dönüşte gezi
uçağıyla uçma sözü alıyoruz.
Zeki çoktan sınırın TR kısmındaki
işlerini bitirip ara bölgeye geçmiş bile. Motorunun küçük olması yanı sıra
sadece bir çanta ile yola çıkmış olması turun bir yerinde buraya kadar deyip
otobüsle geri dönmesi ihtimalini arttırıyor.
Sınır geçişinin Pazar
olduğunu unutup dolar teminini yola bırakmıştık ve sınırda bulamama kaygısıyla
1000 Dolar Belen’de bir fırıncıdan 1,420 den satın almak zorunda kaldım.
Sınırda elde satanlar ise 1,400 liradan bozuyorlardı. Kısacası siz yinede
Dolar’ı bulunduğunuz şehirden temin edip yola çıkın ve bir sürüde 1, 2 ve 5
Dolar banknotlar alın yanınıza çünkü rüşvet verirken çok faydalı oluyor. Yola
çıkarken yanınıza sadece Dolar almanız yeterli diğer tüm ülkenin paralarını
sınır geçişlerinde yada otellerde çok rahatlıkla temin edebiliyorsunuz. 1 Dolar 50 Suriye Paund’u, 0,7 Ürdün Dinarı ve
5,7 Mısır Paund’u ediyor. Giriş harcı hala 70 YTL Nisan ayı başından itibaren
yeni fiyat uygulanacakmış (15 YTL). Bu arada TR Cilvegözü sınır geçiş inşaatı
bitmemiş çamurlar içinde TR kısmını hallediyoruz.
Suriye gümrüğüne
geldiğimizde birkaç Türk tırcı sayesinde ne kadar rüşvet verilmesi gerektiğini
öğreniyoruz. İşler ağır ilerliyor. Ülke girişlerinde Motor için sigorta
yaptırmak zorundasınız ve bu Suriye için minimum 1 aylık oluyor. Bu dönüşte
tekrar sigorta yaptırmayacağımız anlamına geliyor. Pasaportumuzda daha ilk
geçişte damga basılmadık yer kalmadı. İşlemler tamamlandıktan sonra marşa başar
basmaz bizi sağnak yağmur karşılıyor ve daha 2-3 saat önceden 1000 km
taşıdığım yağmurluklarımı bırakmanın
cezasını 10-15 km sürekli ıslanmakla ödüyorum. Suriye sınır kapısı girişinden
sonra 3-4 benzin istasyonu var ilki çok eski ve sayacı dahi çalışmıyor.
Tavsiyem sonraki benzinliklerden
almanız. İlk güneşle buluştuğumuz noktada hem yemek hem de eşyaları kurutma
molası veriyoruz.
Daha ilk günden tur
planından sapıp Şam yerine Hama’da geceliyoruz. Daha önce burada
Kalmış olan bir arkadaşın
otel koordinatlarının olması oteli kolaylıkla bulmamızı sağlıyor. Tavsiyem tur
öncesi mümkünse bu tür GPS datalarını alıp öyle yola çıkmak. Benzer bir tur
yapacak olan arkadaşlara www.turafrika.com u ziyaret etmelerini öneririm.
Otel gecelik kişi başı
fiyatı 6 dolar. Benzin sudan ucuz yemek derseniz 3-4 dolara karnınızı
doyurabiliyorsunuz daha ne olsun.
3. GÜN:
Hama’da falafal (bir tür
yağda kızartılmış yiyecek) ile yaptığımız kahvaltı sonrası yola çıkıyoruz.
Amacımız Suriye’yi transit geçmek dönüşte vakit ayırmak olduğundan çok fazla
oyalanmıyoruz. Suriye de benzinin kalitesi düştüğünden depolarımız rezerve çok
erken düşüyor. Dikkat edin en az 50 km kendinizi normale göre garantiye alın.
Ve beklenen sonuç Zeki’nin iki avuç benzin alan deposu yolda bitiyor.
Otobanın ortasında kalıyoruz. Benzinliklerin her biri arasında 50 km gibi mesafeler var ve benzinlikleri kaçırma olasılığınız çok yüksek çünkü hepsi en az 50 metre yoldan içerde ve 1 yada 2 pompası var ve hiç benzinliğe benzetemiyorsunuz virane yerler. Sonuç aslında bize saatler kaybettirebilecek ve bir o kadarda sinir bozukluğu ve zahmet yaşatacak kadar kötü olabilirdi ama Zeki arkadaşımız çok zeki çünkü bu tür organizasyonlara hep yaşadığı eksiklikler ve vurdumduymazlığından dolayı Ahmet gibi bir Cevat kelle ile çıkmayı tercih ediyor. Kaç kişi vardır ki bu tarz bir geziye sadece 1 gün önce evraklarını tamamlayıp akşamda çantasını hazırlayan……İşte Zeki karşınızda……
Otobanın ortasında kalıyoruz. Benzinliklerin her biri arasında 50 km gibi mesafeler var ve benzinlikleri kaçırma olasılığınız çok yüksek çünkü hepsi en az 50 metre yoldan içerde ve 1 yada 2 pompası var ve hiç benzinliğe benzetemiyorsunuz virane yerler. Sonuç aslında bize saatler kaybettirebilecek ve bir o kadarda sinir bozukluğu ve zahmet yaşatacak kadar kötü olabilirdi ama Zeki arkadaşımız çok zeki çünkü bu tür organizasyonlara hep yaşadığı eksiklikler ve vurdumduymazlığından dolayı Ahmet gibi bir Cevat kelle ile çıkmayı tercih ediyor. Kaç kişi vardır ki bu tarz bir geziye sadece 1 gün önce evraklarını tamamlayıp akşamda çantasını hazırlayan……İşte Zeki karşınızda……
Sonuç tabi ki günlerce bu
tür sorunların yaşanması ihtimali için yanımda taşıdığım 10 metrelik hortum ile
sadece dinlenme molası süresince hallediliyor. Bu daha sonra Ürdün’de bir kez
daha başımıza geliyor tabi.
Bu arada hava hala soğuk
yolda durup kat kat giyinmeye devam ediyoruz. Bir türlü ısınamadık. Öğlen
Şam’ın merkezine girip yemek molası için tamda esnaf Mehmet’in dükkanın önüne
duruyoruz. Mehmet’in babası yerleşmiş daha önce ve ailesini yanına almış.
Mehmet bize yeme içme konusunda yardımcı oluyor. Sıkı bir öğle yemeği yiyoruz
Şam’da.
Yine bizim Zeki yanına
boyunluk almadığından Hamidiye çarşısında boyunluğa benzer bir şeyler bulmaya
çalışıyoruz. Bende iki tane boyunluk var biri WindStopper diğeri normal ama
Zeki’ye vermiyorum tabi…..Sonunda zeki bir adet bayan streç pantolonunun baldır
kısmından boyunluk yapmaya karar veriyor ve satın alıyoruz kesip biçiyoruz ve
tur boyunca onu kullanıyor. Sizin başınıza gelirse XXL bulun diğerleri boyundan
çok sıkıyor.:)))
Ürdün sınırına geliyoruz ve
Suriye’yi geçmek için bir miktar rüşvet kaptırıyoruz yine…Sınırlarda makbuzu
olmayan hiçbir şey için para ödemeyin aptala yatın biraz zaman kaybı olur ama
daha az rüşvet verirsiniz. Ürdün dışında diğer ülkelerde maalesef böyle.
Ürdün’e giriş için kapıya
geldiğimizde ise çok şaşırdık her şey gayet düzenli ve hızlıydı. Sigorta,
gümrük vergisi ve vize çok kısa sürede yapıldı ve ülkeye giriş yaptık. Ürdün
vizesi kapıda daha ucuz TR den almanıza gerek yok. (Yapılan tüm masraf
kalemlerini liste olarak hazırlayınca paylaşacağım.)
Hava karardığından kapıya
yakın olan Amman’da gecelemeye karar veriyoruz.
4. GÜN:
Amman’a gece girdiğimiz
rotadan şehrin gezilmeye değer olabileceğini düşündüğümüzden sabah şehri
tanımaya karar veriyoruz. Şehrin merkezini sorarak bulduğumuzda ise hayal
kırıklığına uğruyoruz. Gece gördüğümüz birkaç görkemli camiinin de etkisiyle
başkenti daha farklı bir manzarada olduğunu hayal etmiştik. Çıktık bir kere
gezelim diyoruz ama zaten Ürdün dağların tepelerin vadilerin üzerine kurulu bir
ülke.
Amman da bunun merkezinde sanırım, çünkü neredeyse düz bir noktası yok gibi. Gürkan kendi motoru iri ve ağır olduğundan bırakıp benim artçım olarak gezmeye karar verdi, benim motor 165 kg, ben 85 kg, Gürkan 100 kg. Toplam 350 kg oluyor ve bu sefer ben Amanın dik yokuşlarında bu kiloyla hareket etmeye çalışıyorum pekte uygun bir çözüm olmadığını, Zeki yolu kaybedip de Amman tepelerinde aynı noktadan abartmıyorum 5 kez geçtiğimizde çok net anlıyorum. Motorize bir polisten yardım bile alıyoruz, sağolsun escortluk yapıyor bize ama bi faydası yok tabi yine kayıplardayız. Sonuç kesinlikle Amman içine girmeyin çıkamazsınız. Bütün bir öğleden önce motor kullandım aynı eforla kızıl denize inerdim.
Amman da bunun merkezinde sanırım, çünkü neredeyse düz bir noktası yok gibi. Gürkan kendi motoru iri ve ağır olduğundan bırakıp benim artçım olarak gezmeye karar verdi, benim motor 165 kg, ben 85 kg, Gürkan 100 kg. Toplam 350 kg oluyor ve bu sefer ben Amanın dik yokuşlarında bu kiloyla hareket etmeye çalışıyorum pekte uygun bir çözüm olmadığını, Zeki yolu kaybedip de Amman tepelerinde aynı noktadan abartmıyorum 5 kez geçtiğimizde çok net anlıyorum. Motorize bir polisten yardım bile alıyoruz, sağolsun escortluk yapıyor bize ama bi faydası yok tabi yine kayıplardayız. Sonuç kesinlikle Amman içine girmeyin çıkamazsınız. Bütün bir öğleden önce motor kullandım aynı eforla kızıl denize inerdim.
Otele dönüp bir an önce
hazırlanıp yola çıkmak istiyoruz ama Zeki tuvalet ihtiyacı sürecini ortalama
olarak 45 dk gibi bir zaman diliminde gerçekleştirebildiği için programdan yine
bir miktar sapma oluyor. Bu durumu daha önceki bir çok aktivitede yaşadığım
için gayet normal geliyor ama planda bunu hesap etmememden dolayı hatayı
kendimde buluyorum. Bahsetmeden edemeyeceğim beraber takım olarak katıldığımız
bir dağ aşma yarışmasında ikinci gün son etapta Zeki’nin yine rahatlama
ihtiyacından dolayı 2 dk farkla 3. olmuştuk.
Bunun yanında yine karmaşık
yollar nedeniyle Amman merkezinden çıkmak ne mümkün yine zaman ve efor kaybı.
Bu arada hava hala soğuk. Bu
gün Lut gölüne girmeyi planlıyoruz ama bu soğukta pek mümkün olmayacağı
görülüyor. Tabi Lut Gölünün -400 metrede olduğunu unutuyoruz. Lut Gölüne
inerken hava sıcaklığı çok kısa mesafede hissedilir derecede artıyor ve Lut’a
ulaştığımızda güneş yakmaya başlıyor. Mayolarımızı giyip yanımızda getirdiğimiz
gözlük ve snorkelleride alıp turstik plajların birinde Göle Giriyoruz. Plaja
giriş için 5 JD ödedik. Öyle kıyı boyu gidip nerde olsa girerim demek pek
mümkün değil çünkü duş alma ihtiyacı duyuyorsunuz. Önce çamur banyosu sonra tuz
banyosu tüm yolun kirini bırakıyoruz Lut’a. Gözlüksüz yüzmek mümkün değil tuz
oranı çok yüksek. Dalmak ta mümkün değil tabi ben birkaç kere 1-2 metrelik bir
derinliğe dalmak istedim ama sadece kafamı suyun altında tutabildim.
Karşı kıyıdaki Filistin’e en
yakın olduğumuz nokta burası.
Aynı plajda 8 JD ye açık
büfe kahvaltı alıyoruz ve gayet memnun kalıyoruz hizmetten. Toparlanıp yola
çıkıyoruz Lut Gölü sınır bölgesinde olduğundan birkaç kontrol noktasından
geçiyoruz.
Hava karardığında ise Lut
Gölü’nden ayrılıp Karak’a doğru sapıyoruz ve yine tırmanıyoruz tırmandıkça da
donuyoruz. Karak girişindeki benzinliğe 300 metre kala Zekinin benzini ikince
kez bitiyor. Ürdün’de benzin çok
kaliteli motorlardaki farkı çok net hissediyorsunuz.
Karakta birkaç otel var ama
en kalitelisi Karak kalesi içinde olan otel sıkı bir pazarlıkla diğerleri ile
neredeyse aynı fiyata kalabiliyorsunuz. O ana kadar kaldığımız en temiz otel di
burası. Kalenin içerisinde olduğundan tepe bir noktada ve manzarası mükemmeldi.
Gece dışarı çıkıp Karak’ta
yenebilecek değişik ne varsa tatlı tuzlu tatmaya başlıyoruz. Yıllar önce TR’den
göç etmiş neredeyse hiç konuşamayacak derecede Türkçe’yi unutmuş orta yaşlı
biriyle tanışıyoruz. Saatlerce sohbet
ediyoruz çok dolu ve Arapları hiç sevmiyor belli ki TR’yi çok özlemiş bizi
bırakmak istemiyor.
5. GÜN:
Tura başladığımızdan beri
ilk kez sabah erken kalkıyoruz. Bir gece önce turdaki aksamalardan planın
gerisinde kaldığımızdan bahsettiğimde Gürkan ve Zeki büyük bir çaba göstererek
sabah erken kalkacaklarına ve kalkmakla kalmayıp hazırlanırken de kendilerini
zorlayacaklarına söz verdiler. Sabah erken kalkılacak saat 06:00 hazırlanma
süresi 30 dk. (İran turumuzda sabah 03:00 da yola çıktığımız günleri düşününce
organizasyonların kesinlikle kişilere göre yapılması gerektiğine inancım artmaya
başladı). Bu durumu Zeki ve Gürkan çok zorlanarak yapacaklarını ama gerekirse
başarabileceklerini söylediler ve ben bu istekli davranışları ve kendilerini bu
uğurda feda etmeleri konusunda gözlerim yaşardı. Çünkü onlar tatile gelmişlerdi
öyle sürekli motor üzerinde kıçları acıyordu sabahları güzellik uykularını
alamıyorlardı. Böyle bir tur ağır gelmişti arkadaşlara bende hatalıydım onları
fazla zorluyordum.
Sonuç; sabah oldu motor ve
ben hazırız….Zeki ve Gürkan homurdanarak (bana kızgın oldukları belli)
hazırlanıyorlar bende bu arada fırsattan istifade kaleyi dolaşıp fotoğraf
alıyorum. 30 dk rötarla tekerlek dönüyor. Ama arkadaşların çabasını taktir
etmek istiyorum en azından denediler.
Sabah yine yüksek rakımlarda
yoğun bir siste yola devam ediyoruz. Yolda kahvaltımızı yapmak için duruyoruz
ama yine karşımıza falafal çıkıyor. Açlığımızı biraz onunla bastırıyoruz ama
yumurta ve domates temin edip tarifle yaptırabildiğimiz kadarıyla menemen
yaptırıyoruz lokantanın birine.
Çok nefis virajlı ve harika
manzaralı yollardan geçiyoruz. Sürekli Bolu dağını iner gibi hissediyorum
kendimi.
Ve sonunda uzaktan Petra’nın
bulunduğu kayalık ve Wadi Musa
görünüyor.
Yolda üşüdüğümüzden motor
kıyafetleri ile gezmeye karar veriyoruz ama pişman oluyoruz. Zeki yolun yarısında
soyunup içlikleri ile dolaşıyor. Turisttir ne yapsa yeridir mantığıyla rahat
davranıyor. Yerel halk pek dikkat etmiyor bu duruma TR de olsa balkona bile
çıkamaz o kıyafetle aslında. Bu arada giriş ücreti 21 JD hazırlıklı olun.
7. yüzyılda Müslüman
döneminde Petra kendi halinde bir yaşam sürüyor. 19. yüzyılda Petra yeniden
keşfediliyor bu tarihe kadar geçen sürede varlığını tek bilenler Bedeviler.
Petra Kaya demek ve her
tarafta kayalık zaten. 2 metreye kadar daralan kayaların arasında geçerek
Petraya ulaşıyorsunuz.
Petraya giden geçidin
girişi, M.S.50 yılında Nabateanlar tarafından yapılmış daha sonra 1963 yılında
inşa edilmiş bir baraj ve köprüyle başlıyor. Barajın yapılma amacı, Wadi Musa
nehrinin suyunun As-Siq'e akmasını önlemek. Geçidin içerisinde her iki tarafta
kayalara oyulmuş su kanlları var, bu kanallar bazı bölgelerde tamamen kaybolmuş
bazı bölgelerde ise çok net fark ediliyor. Bu kanallar Petra'ya su sağlamak
için oyulmuş baraj ise Petrayı su basmasından önlemek için.
Şehir Nabatean Kralı III.Aretas
'a mezar olarak yapılan Al-Khazneh ile başlıyor.
Petra’ya kesinlikle bir tam
gün ayrılmalı. Rahat kıyafetlerle ve rehber bir kitap ile dolaşılmalı. Petra’ya
çok yakın yerleşim yerinde çok sayıda otel var ve turistik açıdan gelişmiş bir
bölge.
Aslında Petra için
söylenecek çok şey var ama bu bilgileri nasıl olsa internetten birkaç dakikada
ulaşabilirsiniz ben daha çok fotograf koymayı tercih ediyorum. Bizim rehberimiz
Lonely Planet ti.
Petra’yı tün görkemiyle
geride bırakıp Wadi Ram’a doğru yola çıkıyoruz.
Yolda inanılmaz vadi
manzaraları nedeniyle hızımızı düşürüyoruz ama yetmiyor tadına varabilmek için birkaç
kez durup fotoğraf alıyoruz.
Ve Wadi Ram. Ürdün tamamen
çöl ve vadilerden oluşan bir ülke bunların en güzeli ise Wadi ram. Burası
koruma altında ve öyle elini kolunu sallayarak her yerden giremiyorsun. İlk
tabela sizi girişe yönlendiriyor zaten.
Akşam Wadi Ram’da kalmayı
planlamıştık fakat Zeki ve Gürkan arkadaşımız rahatı ve konforu tercih
ettiklerinden Aqaba’ya inip otelde kalmayı tercih ediyorlar. İkiye bir oyla
kaybediyorum ve yola çıkıyoruz.
Hava kararmasıyla Aqaba’ya
varıyoruz. Ana cadde üzerinde bir sürü otel var. Odaları görüp biraz pazarlıkla
iyi bir gece geçirebilirsiniz.
6. GÜN:
Akşam Ali Baba
lokantasındaki ziyafetten (yemekler harika ama biraz pahalı) sonra Zeki ve
Gürkan güzellik uykularından kalkmak istemiyorlar. Feribot 13:00 da ve akşam
16:00 da olduğundan öğleden önceki zamanı değerlendirmek için tek başıma çantasız
Akabe’yi keşfe başlıyorum.
İlk hedefim Kızıldeniz’di.
Gece kızıldenizi otelin balkonundan seyretmiştik.
İkinci hedefim Akabe
kalesiydi. Hikayesine gelince “Abdülhamîd Han, Hicaz demiryolunu
yaptirirken, emniyeti bakimindan yolun denizle temas eden noktasini kontrol
altinda tutmak için Akabe kalesine Rüsdî Pasa komutasinda iki tabur asker
gönderdi (15 Subat 1906). Hindistan yolunu ve oradaki sömürgelerini emniyet
altina almak için 1882 yilinda Misiri isgal eden ingilizler ise, Akabe
kalesinin Osmanli kontrolünde olmasini protesto ederek, harp tehdîdine bas
vurup bosalttirmak istediler. Hatta ültimatomun pesinden Akabe körfezine bir de
savas gemisi gönderdiler. ingiltere, verdigi ültimatomda, on gün içinde Sina
yarimadasinin bosaltilmasini istiyordu. Abdülhamîd Han ise, bu ültimatoma karsi
ingiltere'nin Misir üzerinde bir hakki bulunmadigini, isgalinin kanunsuz
oldugunu belirterek, yeni sinirin sadece Türk ve Misir subaylarindan meydana
gelen bir komisyon tarafindan tesbit edilebilecegini bildirdi. Abdülhamîd
Han'in bu cesurane hareketi, islam aleminde büyük te'sir uyandirdi. ingilizler
de halîfe-i müslimînin üzerine daha fazla varmayi menfeatlerine ters buldular.
Neticede Misir ve Osmanli subaylarindan kurulan komisyon sekiz maddelik bir
protokol tesbit etti. Buna göre, sinir. Akabe körfezinin batisindaki Tabe'den
baslayip Akdeniz sahilindeki el-Aris'e kadar uzaniyordu. Böylece Akabe, Osmanli
Devleti'ne kaldi. Sultan ikinci Abdülhamîd Han'in üstün siyaseti karsisinda,
ingilizlerin islam memleketlerinde sürdürmek istedikleri emperyalizm, Akabe
Mes'elesinde basariya ulasamadi. Ancak Ingilizlerin faaliyetleri ile asrin en
siyasi padisahi iç ve dis düsmanlarinin her türlü hücümlarina maruz kaldi ve
tahttan indirildi. Abdülhamîd Han'in is basindan uzaklastirilmasi ile Osmanli
Devleti'nin basina geçen idareciler, memleketi hizla parçalanmaya sürüklediler.
Balkan harbinin pesinden Birinci dünya harbine girdiler, ingilizler de,
Osmanli'nin savasa girmesini firsat bilip, 3 Kasim 1914'de Akabe kale ve
limanini topa tutarak sehri isgal etti.”
Biraz
daha etrafta turlayıp kahvaltı için otele dönüyoruz. Otelde kahvaltı pek iyi
olmadığından dışarıda kahvaltımızı alıyoruz ve hazırlanıp oteli terk ediyoruz.
Feribotun kalkmasına daha zaman olduğundan Sudi Arabistan sınırına doğru
ilerliyoruz. Kızıldeniz boyunca Dalış merkezlerinin olduğu harika plajlar
görüyoruz.
Gümrük
işlerini tamamlayabilmek için 2 saat önce limana girmemize rağmen oradan oraya
koşmamız ve sadece motorların işlerini yapabilmemiz saat 13:00 daki hızlı
feribotu “Presses” kaçırmamıza neden oluyor. 1 saat önce feribor kapılarını
kapatıyor. Feribotlar Mısır’a ait olduğundan feribotla ilgili kısımlar çok ağır
işliyor. Bir sonraki feribot 16:00 olduğunu düşünerek bilet almaya gittiğimizde
gişe görevlisi o saatler doğru değil Feribot 23:00’da diyor gerekçesini
sorduğumuzda güvenlik nedeni ile ne zaman kalkacağı belli değil diyor.
Sonuç
feribotu kaçırıyoruz henüz saat 12:00 motorların gümrük girişleri yapıldığından
dışarıya kesinlikle çıkamazlar. Henüz biz pasaportlara çıkış işlemleri
yaptırmadığımız için serbestiz. Mayolarımızı giyip motorları kilitleyip yürüyerek
ana yola çıkıyoruz ve plaja doğru ilerliyoruz. Hava çok sıcak ve kuru. Otostop
çekiyoruz ve genç bir Sudi bizi alıyor devasa bir pick-up (kamyon desek daha
doğru olur) soförü ufak tefek kendisinden daha yaşlı kafada beyaz takkesi olan
değişik bir tip. Denize gireceğimizi bir şekilde anlatıyoruz ve bizi en güzel
plajın birinde indiriyorlar ve geri dönüyorlar sırf bizim için gelmişler buraya
kadar, Müslüman çocuklarmış.:))))
Feribotu
kaçırdığımıza sevinmiyor değiliz. İşte muhteşem Kızıldeniz. Anlatmaya gerek yok
resimdekinin tıpkısının aynısı.
Gerçekten
kafanızı denizin değil sanki akvaryumun içine sokuyorsunuz.
O
kadar çok renkli yaratık var ki hiçbirini tanımıyorum. Gürkan deniz altına
meraklı olduğundan birkaçını tanıtıyor ama deniz kestanelerinin devasa
boyutları nedeniyle mercan kayalıklarını yaklaşmak mümkün değil. Daha ilk
dakikalarda deniz kestanesi iki parmağıma batıyor ve deri içinde kırılıyor.
Çıkarmak mümkün değil tırtıklı yapısından dolayı sürekli derine ilerliyor. 1
saatlik uğraşımdan sonra ancak deriyi yararak yüzeye yakın bir tanesini
çıkartabiliyorum ve vazgeçiyorum. Kıyaya
gidip terliklerimi yiyip tekrar suya dalıyorum. Harika zaman geçiriyoruz.
Hala
vaktimiz olduğundan feribota binmeden Akabe’de bir kez daha Alibaba da yemeden
ayrılmak istemiyoruz. Geri dönüş yolunda yürürken işçileri taşıyan çok eski bir
minibüse biniyoruz. Minibüs inanılmaz eski. Bu haliyle nasıl oluyor da hala
çalışıyor. Ayaklarımızın altından şaft çıkacak gibi geliyor. Sürekli küt küt
vuruyor.
Sağ
salim inip biraz çarşısında dolaşıp Ali Baba da yemeğimizi yedikten sonra
limana taksi ile gidiyoruz. Ali Baba da deniz ürünleri ve Hint yemekleri harika.
Limanda
işlemlerimizi halledip gemiye biniyoruz. Motorları sabitlemek için herhangi bir
şey yok. Yanınıza mutlaka birkaç adet birkaç metre uzunlukta perlon alın.
Gemide
sivil emekli pilot bir Iraklı ile tanışıyoruz. Adı Hilmi. İki hanımı var biri
doktor (Iraklı) diğeri eczacı (Ürdünlü), savaş sonrası Iraktaki eşini alıp
Ürdün’deki hanımın yanına getirmiş. Şu an ticaretle uğraşıyormuş ve evdeki
hanımlardan uzaklaşıp iş seyahatlerinde ofis işlerini hallediyormuş. Sohbet
ederken bir sürü yiyecek ve alkol çıkartınca sorduk ve feribotun hiçbir zaman
vaktinde kalkmadığını bu feribotun ise sabaha karşı kalkma ihtimalinin yüksek
olduğunuzu söyledi öylede oldu feribot sabah 05:00 gibi demir aldı.
Hilmi yanında alkol
getirmişti ama Zeki ve Gürkan’ın sünger gibi içeceklerini hesaba katmamış ve
birde ikram etmek gibi bir hata yapmıştı. Bizimkiler kafayı buldukça Hilmi’nin
tek bardağa doldurduğu içkiyi sürekli içtiler en son bizimkileri uyarmak
zorunda kaldım. Arkadaşlar Hilmi’nin bardağı tek ve adam daha bir yudum almadı
5. bardağı da doldurdu.
Feribotta pasaportlarınızı
vizemiz olmadığından alıyorlar. Limana indiğinizde Vize almanız için turizm
polislerine teslim ediyorlar.
Zeki Feribotta dolaşırken
yataklı odaların 10 dolar’a kiralandığını öğreniyor ve her birimiz bir odaya
yerleşiyoruz. Sabaha kadar deliksiz uyku çekiyoruz.
7. GÜN:
Sonunda Afrika kıtasındayız.
7. güne başlamadan önce
küçük bir tavsiye;
Eğer Mısır’da 2500 km nin
altında yol yapacaksanız,
Sadece Kahire’yi
görecekseniz,
2 geceden fazla
kalmayacaksanız,
ve Mısır vizesini alamdan
gelmişseniz,
Sakın karşı kıyıya motorla geçmeyin.
Feribotta kaybettiğimiz
zaman yetmezmiş gibi birde karşıya geçtikten sonrada gümrükte ondan daha
fazlasını harcamanız sinirlerinizi bozmuyor değil.
Feribottan iner inmez
motorunuzu gümrük alanına çekiyorsunuz ve turizm polisi sizi buluyor. Yarım
ingilizcesiyle tüm işlemlerinizi o takip ediyor. Buna rağmen işler o kadar ağır
ilerliyor ki inanamazsınız. Her yer pislik içinde ofislerde bir tane sağlam
mobilya yok. Ürdün-Mısır arasındaki bu tek liman Nuweiba olmasına rağmen burada
tek bir bilgisayar bile yok her şey evrakla takip ediliyor. Bize hemen bir
dosya açılıyor ve şu ana kadar harcadığımız en yüksek gümrük harcamaları burada
oluyor. Sadece gümrük vergisi 100$, birsürü fotokopi ücreti ve diğer masraflar.
Gümrükteki tek döviz bürosundan sürekli dolar bozduruyoruz.
İşlemlere başladıktan hemen
sonra bizi nezarete götürüyorlar. Polis bize yer gösteriyor ve burada
oturmamızı ve beklememizi istiyor. Kapıdan işlem yapan gişeyi ve memuru
görebiliyoruz ama 2 saat boyunca bizi çağırması ümidiyle gözlerinin içine
bakıyoruz fark edilebilmek için sürekli görünüyoruz. Oda son derece pis tüm
sandelyelerin kafa hizasında duvarda yağ lekeleri var anlaşılan burada
beklemekten uyuya kalanlar bile olmuş. Tüm sabit sandalyelerde çok eski el ve
ayak kelepçeleri var.
Bizi unuttuklarını
düşündüğümüz bir anda çağırılıyoruz ve çok mutlu oluyoruz. Hesaplarıma göre
gece 23:00 da kalkan feribot 3 saatte karşıda olacak ve 1-2 saatte gümrükten
çıkıp öğleden önce Kahire’de olacaktık. Zeki ve Gürkan suçlu benmişim gibi
nezarette beklerken birbirlerine sürekli “Öğleden önce Kahire diy mi?” Cevap
“Evet evet belki daha da erken” tarzda konuşarak keşke gelmeseydik moduna
girdiler.
Önce görevlilerin olduğu
odaya sonrada asıl vizeyi verecek olan Mustafa Mazruf (yanlış hatırlamıyorsam)
beyin odasına girdik. Kendisi bir sürü eğitim almış gizli servis yada ona
benzer bir görevde. Bir sürü neden geldiniz ne iş yaparsınız sorusundan sonra
biraz zor vize almanız ama dedi ve birkaç telefon görüşmesinin arkasından
vizenizi verecez ne kadar istersiniz diye sordu ve biz biraz rahatladık. Hatta
bize çay bile ısmarladı Zeki ve Gürkan çayı buldular birde şekersiz olsun
dediler. Mısırda ve Suriye’de siz şekersiz demedikçe çay hazır şekerli geliyor
çünkü şekerli demliyorlar. Çaylar geldi Mustafa Mazruf beğendiniz mi? Diye
sorduğunda bizimkiler fazla kaptırdılar kendilerini ve şekersiz istemiştik
çaylar şekerli geldi dediler. Ya ne gerk var zaten saatlerdir nezaretteyiz şekerli
şekersiz iç biran önce gidelim. Ara sıra kendi aramızda Türkçe konuşunca bile
herif ters ters bakıyor. Neyse Mustafa Mazruf karizmayı çizdirmemek için bastı
zile saniyede biri açtı çaycıyı istedi. Çaycı geldi valla arapçam olmadığından
ne dedi anlayamadım ama çaycı ısrarla şekeri çok az koyduğunu söyledi yedi
fırçayı gitti. Bizimkiler gayet hayatlarından memnun sanki Dubai deki 7
yıldızlı otelin lobisinde oturur gibi oturuyorlar. Çaylarını son damlasına
kadar içtiler bir güzel ve nihayet kalktılar ve kurtulduk. Zeki Mustafa’yı çok
sevdi ve dönüşte teşekkür için askerlerden rica etti ve yanına girdi ama bu
defa çay içmediler.
Tekrar gümrüğe döndük turizm
polisi bize sürekli şimdi şuraya gidin şimdi bunu doldurun diyor ve nihayet
işler bitti. Bize yeniden ruhsat ve plaka çıkardılar. Yeni plakalarımızı aldık
hangisinin kimin olduğu belli değil. Birerden paylaşıyoruz.
Sina yarımadası tamamen çöl.
100 km de bir küçük bir yerleşim yeri 2 pompalı bir benzinlik o kadar. Bir ara
çölün ortasında duruyorum motoru stop ediyorum inanılmaz bir sessizlikle baş
başa kalıyorum. Hiçbir canlı yok bitki bile yok etrafta göz alabildiğine çöl.
Asfalt yol dışında çölün içine doğru giden bir sürü tekerlek izi var ama sadece
bakmakla yetiniyoruz çok daha geniş bir zamana ihtiyaç var çölü çok daha fazla
yaşayabilmek için.
Sadece benzin için
duruyoruz. Hava kararıyor ve bu sefer yemek molası veriyoruz. Gürkan durduğumuz
yerde mutfağı pek beğenmiyor ve menemen için gerekli malzemeleri temin ettirip
tencere tavayı kendisi yıkayıp bize güzel bir menemen yapıyor.
Zeki de hemen yandaki
tamircide motorunun yağını değiştiriyor ve yola devam ediyoruz. Süveyş kanalını
ip gibi sıralanmış ışıklarından fark ediyoruz. Mükemmel görünüyor. Süveyşe
yaklaşmak imkansız kanal boyunca 24 saat güvenlik altında. Mısırda neredeyse 50
km bir asker kontrolü var plakanızı alıp pasaportunuza bakıyorlar o kadar.
Süveyş’i tünelden geçip
Kahire’ye iyice yaklaşıyoruz. Kahire’ye vardığımızda ilk ışıklarda duruyoruz
ama başka kimse durmuyor. Türk milleti olarak bizde hemen ayak uyduruyoruz bu
duruma. Trafik çok kötü kimin nereden hangi şeritte gittiği belli değil. Hiç
kimse far kullanmıyor. Zeki ile beraber çok ciddi bir kaza atlatıyoruz.
Arabanın tamponu ikimizin de paçasını sıyırıp geçiyor ve motorları kahire
trafiğinde kullanmama kararı alıyoruz.
Ramses meydanına çok yakın
bir yerde hem uygun hem de temiz bir otel buluyoruz. Capsis Otel. Piramitlere
20 EGP fiyatı uzaklıkta.
Motorları kilitleyip meyve
suyu içmeye çıkıyoruz. Şehir İstanbul gibi 24 saat canlı.
8. GÜN:
Artık piramitleri görmek
için daha fazla beklemek istemiyoruz. Bir taksi çeviriyoruz hemen. Kesinlikte
pazarlık yapın iki katı fiyat veriyorlar genellikle.
Piramitlere yaklaştıkça
taksi içerisinde turist avı başlıyor.
Sizi atla yada deveyle gezdirebilmek ve bir miktarda rehberlik ücreti
koparabilmek için siz taksideyken arka kaputuna oturup kilometrelerce sizinle
seyahat ediyorlar. Bu duruma polisler bile bir şey söylemiyor. Işıklarda inip
birde sizinde sohbet ediyorlar yeşil yanınca yine arkaya zıplıyorlar.
Piramitlerde kum fırtınasına
yakalanıyoruz. İlginç görüntüler çıkıyor ortaya. Havada her türlü pislik
uçuşuyor poşetler pet şişeler piramitlerin tepesine kadar ulaşıyor. Fırtına
sırasında bileklerimize kadar çöpün içerisinde kalıyoruz ve firavunların
piramitlere taşındığı kayığın bulunduğu müzeye girerek kurtuluyoruz fırtınadan.
Bu kayık (biraz büyükçe) daha sonra parçalanarak piramidin hemen yanına gömülmüş müzede gömünün çıkartıldığı anda çekilen fotoğraflar var. Kayığın büyük bir bölümü sonradan yapılmış. Çok az bir kısmı orijinal tahtalardan oluşuyor.
Bu kayık (biraz büyükçe) daha sonra parçalanarak piramidin hemen yanına gömülmüş müzede gömünün çıkartıldığı anda çekilen fotoğraflar var. Kayığın büyük bir bölümü sonradan yapılmış. Çok az bir kısmı orijinal tahtalardan oluşuyor.
Bol taze meyve sulu ve
nargileli bir gün geçiriyoruz. Motorla 1 km dahi yol yapmıyoruz.
9. GÜN:
Sabah erken gittiğimizi
zannettiğimiz Mısır Müzesinin metrelerce kuyruk olduğunu görünce vazgeçip
ikinci grup piramitlerin bulunduğu Sakkara bölgesine gidiyoruz. Bu bölgedeki
mezarlar daha az popüler firavunlara ait.:))))
Ve işte bizim şoför.
İnanılmaz sabırlı ve keyifli biriydi. Yolda bir manavda karpuz yemek için mola
verdiğimizde karpuzu kendi yıkayıp dilimleyip bize ikram etti.
Sakkara bölgesindeki halı dokuma fabrikaları.
Trafikte inanılmazdı. Yan
aynaları sürterek kullanıyordu arabayı. Birde süper deve taklidi yapıyordu.
Dönüşte Gizza daki piramitlere bir kez daha uğramayı ihmal etmiyoruz.
Civardaki hediyelik eşya satan dükkanlardan birine hiyeroglif yazı ile hediyelik eşya hazırlatıyoruz. Yükte hafif pahada ağır.
10. GÜN:
İki gün Kahire’de
dinlenmenin verdiği hafiflikle, motorada binilmedi tabi, sabah erken çıkarak
tüm MısırTuru’nun rekorunu kırıyoruz, “En Erken Hareket Rekoru”. Diğer iki
arkadaşımızı kutluyorum. Yalnız saatimi yeni saate göre ayarlamadığımdan 4:30
da kaldıracağıma 3:30 da kaldırmışım, tabi arkadaşlarım çok hassas oldukları ve
itiraz ettikleri en önemli konu zaman olduğundan ve bana da çok
güvenmediklerinden saatlerini kontrol edip daha 1 saat var sen erken kaldırdın
fırçasını gözleri kapalı attılar ve tekrar uyudular. Sanki 2 gün önce
uyandırmışım muamelesi gören biri olarak telefonumun alarmını kapattım . Ve
bende yattım ikinci uyanışımız biraz geç oldu.
Sabah ilk durağımız Süveyş.
Kanalın başlangıç noktasına gidiyoruz. Fotoğraf çektiğimiz sırada görevli bizi
uyarıyor. Kanal boyunca belli bir uzaklığa kadar yaklaşmak yasak. Bu kanal bizde olacaktı hem de çölün ortasında
bütün köy çocukları donla atlardı içine. Kalanı koruyan dış güçler sanırım çok
iyi çalışıyorlar.
Bir kez daha Süveyş’in
altından yani Tüneli geçer geçmez sağa çöle dalıp tekerlek izlerinden kanala
doğru ilerliyorum. Burası kontrol noktasının
hemen dibi. Zeki ve Gürkan arkamdan dönüyorlar Gürka’nın motorundan dolayı
kumda sıkıntı yaratmaması için döndüğünü tahmin ediyorum ama Zekiye anlam
veremiyorum tabi bir ihtimalde askerlerden
uyarı almış olmaları. İkincisi doğru çıkıyor ve ben kocaman geminin
çölün ortasında sanki kumda gidiyor gibi olan görüntüsünü izlerken Zeki geliyor
ve beni çağırdıklarını buranında yasak bölge olduğunu söylüyor, bizde
biliyorduk ama aptala yatmıştık. Geri döndüğümüzde Gürkan olayı halletmiş
askerlerle kanki olmuş bir vaziyette bize problem yok hallettim diyor. Gürkan
bundan önceki hayatında Astsubay dı onlara asker olduğunu bir şekilde anlatmış
ve onlarda yumuşamış.
Sina yarım adasının büyük
bir bölümünü bu kez gündüz geçiyoruz. Çölün keyfini çıkarıyoruz.
Küçük vahalarda ağaçlarda
kalan tek tük kurumuş hurmaları düşürüp yiyoruz.
Ve sonunda saat 12:00’da
Nuweiba limanına geliyoruz ve kapalı bir kapı ve bozuk plak gibi her
söylediğimize “Today No Come
Tomorrow” diyen bir görevliyle
karşılaşıyoruz ve birkaç kelime daha fazla konuşabilen birini bulmaya
çalışıyoruz.
Feribot bilet ofisine gidip durumu öğreniyoruz ve feribotun kapılarını kapattığını bir sonrakinin yarın olduğunu öğreniyoruz. Hızlı feribot için bilet almak istediğimizi söyleyince motorların hızlı feribota alınmadığını söylüyor. Zaten sıcaktan bunalmış ve kapıdaki görevli tüm enerjimizi tükettiğinden üstelemiyoruz ve ertesi gün kapıların açılacağı sabah 10:00’dan önce gelmek üzere kendimize kalabileceğimiz bir yer buluyoruz.
Feribot bilet ofisine gidip durumu öğreniyoruz ve feribotun kapılarını kapattığını bir sonrakinin yarın olduğunu öğreniyoruz. Hızlı feribot için bilet almak istediğimizi söyleyince motorların hızlı feribota alınmadığını söylüyor. Zaten sıcaktan bunalmış ve kapıdaki görevli tüm enerjimizi tükettiğinden üstelemiyoruz ve ertesi gün kapıların açılacağı sabah 10:00’dan önce gelmek üzere kendimize kalabileceğimiz bir yer buluyoruz.
Limanın hemen kuzeyinde çok
güzel tatil köyleri var. Burası şu ana kadar kaldığımız en güzel yer. Kızıl
denize sıfır ve saat daha erken olduğundan denizin keyfini bir kez daha
çıkartabileceğiz.
11. GÜN:
Nuweiba tatil köyünde
geçirdiğimiz güzel bir günden sonra sabah kalktığımda son bir kez daha
Kızıldeniz’in tadını çıkartıyorum. Sabah erkenden dalıyorum mercan
kayalıklarının arasına oğlum için birkaç mercan topluyorum. Kuruduklarında çok
pis kokuyorlar defalarca poşetliyorum döndüğümde akvaryumumu süsleyecek olan
mercanları.
Bizimkiler hala uyuyorlar.
Sabah beraber kahvaltımızı alıyoruz. Serbest kıyafetlerle limana kadar
gidiyoruz çünkü biliyoruz ki uzun bir zaman geçecek feribotta ve karşı kıyıya
geçtiğimizde de gece yolculuk yapamayacağımızdan
otel bulup sabahlayacağız.
Biletimizi alıp gümrüğe
giriş yapıyoruz bu sefer kapılar sonuna kadar açık. Zeki ille de Mustafa
Mazruf’u görecem ve teşekkür edicem diye tutturdu. Zeki yapma bak sonra extra
iş çıkmasın başımıza ancak kurtuluyoruz sessiz sedasız ayrılalım olsun bitsin
dediysem de dinletemedim. İllede görecem diyor başka bir şey demiyor. Neyse gittik bu sefer tabi tecrübeli ve
vizesi olan biri olarak girdik içeriye. Bizi iyi karşıladılar ve Gümrükteki en
rütbeli amiriyle de tanıştırdı bizi. Karşılıklı gülüşüp teşekkür edip ayrıldık.
Zeki “Artık tamam ne zaman kara yolu ile gelsem içeri rahat girerim” diyor.
Limana girer girmez Afrika
Twin ile gelen bir İtalyan ile karşılaşıyoruz. Herifin amacı Akdenizi çepeçevre
dolaşarak tekrar İtalya’ya dönmek. Yalnız büyük bir sorunu var Triptik’i yok
ama diğer ülkelerden nasıl geçti anlayamıyorum. Turizm polisi bu şekilde
giremeyeceğini bankaya teminat olarak 5000 USD yatırması gerektiğini söylüyor.
Herif parasız belli. Ürdün limanında karşılaştığımız Almanın elinde bile
triptik vardı. Ama bu İtalyan biraz ukala. Turizm polisi ile beraber sorununa
nasıl bir çare bulabiliriz diye konuşurken bir iki defa ben İtalyan’ın benim
ihtiyacım yok bu tür belgelere deyip durdu. Tabi bu durumda insanın yardım edesi varsa da
etmiyor. Zinciri aşırı bol ve yağsızdı gerdirmek için anahtarı bile yoktu. Triptik
içinde turizm polisi yanında bize siz kendinizinkinden bir yaprak verin ben
sınırı geçince yırtar atarım tarzında ukalaca çözümler üretiyor. Daha fazla
muhatap olmadan işlerimizi yaptırmak üzere uzaklaşıyoruz.
İlginç herif 8-10 sayfalık
triptiği taşımıyor ama arkasında bir papağan la dolaşıyor.
Plakaları tekrar söküyoruz.
Bu arada verilen plaka iki adetti Mısırda Motorlarda iki adet plaka kullanıyor.
İkincisi ön çatala tutturuluyor. Kaybetmeden teslim ediyoruz plakaları.
Plakaları plastik kelepçe
ile tutturduğumdan kolaylıkla kesip alıyorum. Zeki ve Gürkan takarken
uğraştıkları kadar birde sökerken uğraşıyorlar. Aslında plastik kelepçelerimde
ödünç vermiştim ama tercih etmediler. Burada plaka kaybetmek askerde kep
kaybetmek gibi bir şeydir mantığıyla vidaladılar.
Motorları yine yükleyip
bekleyişe koyuluyoruz. Bu sefer oda kiralamıyoruz çünkü karşıya geçtikten hemen
sonra Otele yerleşeceğiz. Feribotun kenarından denizi seyrederken kocaman bir
kaplumbağayı su üstüne çıkarken seyrediyoruz. Çok keyifli bir an dı. Dalyan’a
gittiğimizde Kaplumbağa görecez diye saatlerce dalaman çayında etrafa bakıp
durmuştuk.
Benim motor herzamanki gibi örtülü.....
Benim motor herzamanki gibi örtülü.....
Feribotta pasaportları
mutlaka içerideki pasaport görevlilerine gösterin vizenizin olmadığını da
belirtin. Onlar pasaortunuzu alıp gemi karşı kıyıya yanaştığında siz daha
inmeden vizenizi alıp damgayı da vurup size teslim ediyorlar. Hayatımın en
kolay vizesini aldım böylece. Tabi bir şaşkınlık oluyor pasaportu aldığımızda
vizesine bakmadan biraz koşturduk tesadüf aynı herifi gördüğümde sordum nereden
vize alabileceğimi oda ben halletmiştim her şey tamam dedi.
12. GÜN:
Gece kaldığımız apartın
sahibi 2 genç bize sabah kahvaltısı için bir sürü malzeme bırakmıştı. Gurubun
aşçısı Gürkan bize sabah yine menemen yaptı. Tek yapabildiği bu
galiba…..Mısırda aç kaldık sayılır yemeklerini pek yiyemedik damak tadımıza çok
uygun değildi Ürdün’e geçtiğimizde ise tek umudumuz Ali Baba lokantasıydı ama
geç saat olduğundan oda kapatmıştı gece McDonaldsta idare etmiştik. Sabah
menemen o yüzden rağbet görmüştü.
Hava iyi ve biz neredeyse
mola bile vermeden yola devam ediyorduk. Zeki ve ben pantolonun altına sürekli
pedli bisiklet taytı giydiğimizden kıçımızda pişik olmuyordu Gürkan’ın kıçı
Varedero’da zaten rahattı…..
Gürkan ile beraber Amman’ın
batısındaki çevre yolunu kullanıyoruz Zeki ise Doğusundaki yolu kullanıyor.
Sınırda tekrar buluşuyoruz. Bu durumda GPS ile kaybolmuşum muamelesi görüyorum
arkadaşlardan……zaten benle yapabilecekleri tek geyik buydu.
Ürdün geçişi yine çok kolay
olurken Suriye sınırında yine aynı problemleri yaşadık. Aynı herifle yine
rüşvet olayını yaşayınca durumu anlatacak birilerine ulaşmaya çalıştık ama pek
başarılı olmadı. Herife parayı veriyorsun direkt cebine atıyor Zeki bu duruma
sinirlendi ve cebine attığı parayı geri istedi herif verdi ama evrakları da
aynı hızla fırlattı tabi. Biz derdimizi anlatmaya çalışırken yine gümrükte
çalışan biri bize yardımcı olacağını söyledi ve derdimizi anlattık. Bizden
istenen doların neden istendiğini karşılığında makbuz verilmediğini söyledik.
Oda bu parayı kimin istediğini söyledi. Bizde ilkokul öğrencileri gibi herifin
yanına kadar gidip bu yaptı dedik. Birlikte konuştular ve mebla abartmıyorum 10
da bire falan düştü. Olay şu herife verilmesi gereken çok küçük bir miktarda
olsa Suriye Paund’unun hemen yandaki banka veznesinde bozdurulup ne kadar
bozdurduğunuza ait belge ile beraber herife verilmesi gerekiyor. Bunun için
veznedeki adam size bu fazla aslında şu kadar bozdurmanız gerekir diye de
uyarmıyor tabi.
Gürkan ve ben vizemizi çoklu
giriş aldığımızdan Suriye için vize almadan geçiş yaptık. Zeki tek geçişli
vizesi olduğundan 35 dolara yakın bir ödeme yaparak vize aldı. Yani olay çok
komik TR den Suriye girmek için mutlaka konsolosluktan alınması gereken vize
Ürdün’den Suriye’ye geçişte kapıdan çok kolay alınabiliyor.
Şam’da gecelemeyi
düşünüyoruz. Gelişte yediğimiz lokantayı tercih ediyoruz yine. Zeki ve Gürkan
gezi boyunca tıraş olamadıklarından berbere giriyoruz. Berberler bizim alışık
olduklarımızdan biraz farklı, Lavabo yok. Sizi koyun kırpar gibi kırpıp
yolluyorlar. Bizimkiler dışarı çıkıyor ama her taraflarından tüy dökülüyor. Tek
çözüm hamam sorup soruşturuyoruz herkes aynı hamamı tavsiye ediyor. Hamama
giriyoruz otel odasına bakar gibi içeriyi teftiş ediyoruz. Göbek taşı bile yok
vazgeçiyorlar ama vazgeçmelerinin asıl sebebi hamam sahibi genç arkadaşın
konuşma tarzının biraz yumuşak olması.
Sonuç biraz daha meyve suyu
içmece ve otele dönmece. Oteller bölgesinde olduğumuzdan bir sürü bizim gibi tura çıkan motorcu görüyoruz. Şam da otel
doluluk oranı da çok yüksek bu arada.
13. ve 14. GÜN:
Bu gün hiç fotoğraf çekmemişiz. Şimdi fark
ediyorum. Zaten Suriye’yi o kadar hızlı geçtik ki dünden beri Palmyra ısrarım
suya düştü. Arkadaşlar direkt TR ye odaklanmışlar. Palmyra için doğuya gidip
tekrar geri çıkmak istemediler. Oysa gece Halep’te konaklayacaktık ve her iki
noktayı da görmüş olacaktık. Palmyra’ya gitmiyorsak bari sahilden Lazkiye’ye
gidelim oradanda Yayladağı sınır kapısından giriş yapalım dedik ama bu seferde
Gürkan fazla gaz almış olacak düz yolu buldu biz onu bulana kadar dönüş yolu
kmlerce geride kalmıştı çoktan ve molada her ikisi de yeter artık biz bu gün
sınırı geçip TR ye girme istiyoruz diye mızıklanmaya başladılar. Öyle de yaptık.
Birkaç saat içinde TR deydik artık. Ben kışlıkları almak için İskenderun’a
Yücel’in yanına giderken Zeki Otobüse binmek için Antakya’ay indi Gürkan’da
onunla beraber. Ertesi gün Adana otobanında Gürkan’la buluşup aynı gün hava
kararmadan Düzce’ye inmiştik. Gürkan aynı gün Antakya’dan-Kdz.Ereğliye ben ise
Adana’dan-Akçakoca’ya kadar sadece benzin molalarıyla motor kullanmıştık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder