Hem Kafkasları görmek hem de uzun
zamandır planladığım Karadeniz Çevresini dolaşmış olmak bir taşla iki kuş
vurmak gibi bir şey olacaktı. Toplamda 6.000 km olacak bu yolculuğun en sıkıcı
ve yorucu bölümlerini eşlerimiz için havayolu seyahatine dönüştürüp onlar için
daha keyifli bir hale getirmeyi planladık.
Bu geziye iki motor 4 kişi olarak
çıkıyoruz. Zeki-Nimet Kocakulak XT660 (Maalesef sipariş verdiğimiz Tenere XT660Z
bir türlü gelemedi yurtdışından)
ve biz Ahmet-Fatma Gümüş. Eşlerimizi
Batuma Uçakla gönderiyoruz biz ise 1250km lik yolu 24 saat içinde katedip
onları Sarp sınır kapısında karşılayacağız. Neden Sarp? Çünkü İstanbul-Batum
bileti pahalı ama Artvin derseniz çok daha ucuza geliyor. Uçaktan iner inmez
sizi otobüsle Türkiye ye alıyorlar. Bu bize en az 3 gün kazandırdı çünkü
eşlerimizle ortalama günlük kilometremizi artık standartlaştırdık 300-400km.
Daha planı yapar yapmaz Moldova
hükümetinin yeşil pasaporta vize istemesi bizi biraz rahatsız etti. Ya Moldova
üzerinden aşıp fazladan 1 gün ve 500km extra yol yapacaktık yada geziyi daha
gevşek modda Ukrayna’da tamamlayıp feribotla Zonguldak’a geçmekti ve bizde
gezinin son 4 gününde öyle yaptık. Kırımı çok daha fazla yaşama şansımız oldu.
Eksik parçayı da bir sonraki turumuzun önüne ya da arkasına sıkıştırıp
tamamlamayı düşünerek gezimizi kazasız belasız tamamladık.
Turumuz 12 Temmuz 2013 tarihinde
başladı. Yaklaşık 24 saatte bir gece konaklama ile Sarp sınır kapısına ulaştık.
Tek rakibimiz Türk Hava Yollarıydı fakat onlar bizi geçtiler. Nasıl olsa yetişiriz
diye biraz Akçaabat köfte olayını abarttık çok zaman kaybettik. Daha
Gürcistan’a girmeden gürcü plakalı bir sürü araç ile karşılaştık Türkiye’de.
Meğer sınıra yakın olan yerlerde herkes Gürcü plakalı lüks yüksek hacimli
araçlara binermiş arada sırada da Gürcistan’a girdi çıktı yapıp bir depo
benzinle geri dönerlermiş. Kafede çaylarını yudumlarken yakaladık eşlerimizi.
Hemen toparlanıp sınırı geçtik.
BATUM…
Sarp sınır kapısını geçer geçmez
sanki her şey birden bire değişiverdi. Plajlar güney sahillerini aratmayacak
şekilde hareketli ve faklı geldi bize. Batum’un en güzel plajı da sınıra en
yakın olan plajıymış. Yollar çok kalabalık, sınır geçişinin aynı zamanda
tatilcilerin plaj rotası ile birleşmesi kalabalığı iyice artırmış.
Batum merkezine indiğimizde yine
aynı şekilde çok modern bir şehir bulduk karşımızda. Doğu Karadenizimizin
illeri gibi değil kesinlikle. Çok düzenli ve eski birçok binası olan bir kent.
Çok fazla sayıda Türkçe bilen var. Kalacak yer bulduktan sonra gece şehri
dolaşmak için dışarı çıkıyoruz. Açık havada tarihi binaların çevrelediği bir
meydanda canlı müzik dinliyoruz. Servis süper, garsonların kibarlığına hayran kalıyoruz, Puro yaktığımızı farkedip hemen özel puro kül tablası getiriyorlar...Müzik çok keyifli kalkmak istemiyoruz ama Batum'a tek gece ayırdık....
Batumu gece gezmek çok güzel tüm şehir ve binalar özel ışıklandırılmış harika görünüyorlar.
Batumu gece gezmek çok güzel tüm şehir ve binalar özel ışıklandırılmış harika görünüyorlar.
Batum’u çok beğendiğimiz için ertesi gün güneş iyice sıcaklığını hissettirmeden dolaşmaya karar veriyoruz. Zeki sahili görünce dayanamıyor ve atlıyor Karadeniz Sularına....Güneşe ancak 1-2 saat kadar dayanabiliyoruz eşyalarımızı toparlayıp botanik parka doğru yola çıkıyoruz.
Botanik bahçesi gerçekten çok
büyük ama gezilebilen alanı sınırlı. Vaktiniz yok ise elektrikli araçlara bilet
alıp çok daha kısa zamanda hızlı bir tur yapılabilir. Ama rehberlik hizmeti
olmadığından elinizdeki broşürlerden ve bilgi etiketlerinden ancak bitkilerin
ve ağaçların isim ve menşeini öğrenebiliyorsunuz. Burada tam bir gün geçirebilir ve çok güzel olan sahilinde denize girebilirsiniz. Plajı ücretli değil. Plaja yakın birde kamp alanı var, çadırlı da gelirseniz keyif alabilirsiniz. Bisikletle de gelinebilir, Batum merkeze çok yakın bir yer burası.
Batum’dan sonraki durağımız Kobuleti yolu üzerindeki mıknatıslı kumsalı olan sahil. Yaz azlarında her yer inanılmaz kalabalık.
Motorlu olduğumuzda park sorunu yaşamıyoruz ama eşyalarımızıda çıkarıp denize
girme eziyetine de katlanamıyoruz ve çok fazla durmadan birer armut yedikten sonra mıknatıslı kumu vücudumuza
yapıştıramadan ayrılıyoruz.
SENAKİ…
Poti’de gecelemeyi düşünüyorduk
ama şehre girince bize çok sevimsiz göründü. Liman kenti olduğundan mıdır nedir
bizi pek çekmedi. Hava da henüz kararmadığından Tiflise doğru yola devam
ediyoruz. Ara bir noktada Senaki’de kalmak için güzel bir otel buluyoruz. Odalar
süit. Tek katlı tam motorcuya özel yapılmış gibi. Motorla kapı dibine kadar
gidebiliyorsunuz eşya taşıma derdi yok. Akşam yemeği için dışarı çıkıyoruz ve
Gürcistana özel yemek olan “Hacapuri” yi söylüyoruz. İsmine bakınca karışık
sebzeli etli sulu bir güveç gibi bir şey gelecek zannediyoruz. Fakat gele gele
peynirli pide geliyor, bu mu diye soruyoruz evet bu diyorlar.
Gece bizi iki motorlarla küçük
kasabada gezerken gören polisler ısrarla akşam nerede kalacağımızı soruyorlar
bizde ısrarla aptala yatıyoruz biraz tedirgin oluyoruz. Polisler biz lokantada
yemek yerken bizi dışarıda sabırla bekliyorlar, sonrasında motorsuz yürüyüşe
geçiyoruz yine soruyorlar otele ne zaman gideceğimizi. En son motorlara
biniyoruz iki polis aracı (sivil) bizi takip ediyor otele kadar. Otele
girdiğimizde ise dönüp geri gidiyorlar. Güvenliğimiz için bizi beklediklerini
düşünüyoruz, helal olsun gürcü polis kardeşlerimize…..
BAKURİANİ…
Ertesi günkü Durağımız Bakuriani.
Bakurani kış sporlarının yapıldığı bir kasaba. Her yer kayak otelleri ile dolu.
Yolda ilk kez kaliteli espresso içebileceğimiz küçük ama sevimli bir
kafede mola veriyoruz. Kafe nin
sandalyelerine ve dekoruna bayılıyoruz.
Kasabaya gelmeden önce dünyaca ünlü Borjomi maden sularının çıkarıldığı Borjomi kasabasından geçiyoruz. Kasabaya girişte bir market önünde duruyoruz ve 12-13 kg lık bir karpuz kestiriyoruz. 4 kişi karpuzun en güzel yerlerinden başlayıp bitiriyoruz. Ne olacak tamamı su zaten.
Hava burada oldukça soğuktu otele yerleştikten sonra etrafı dolaşıp et yiyebileceğimiz biryer aramaya başlıyoruz. İngilizce bilen neredeyse hiç yok. Laz olduğumdan ve gürcicenin lazcaya yakın kelimeleri sayesinde su (skali) gibi ihtiyaçlarımızı kolay hallediyoruz. İngilizce bilen birini bulup gürcüce et yemek istediğimizi ama domuz eti tercih etmediğimizi bir kağıda yazdırıp onu gösteriyoruz her girdiğimiz yere.
Kasabaya gelmeden önce dünyaca ünlü Borjomi maden sularının çıkarıldığı Borjomi kasabasından geçiyoruz. Kasabaya girişte bir market önünde duruyoruz ve 12-13 kg lık bir karpuz kestiriyoruz. 4 kişi karpuzun en güzel yerlerinden başlayıp bitiriyoruz. Ne olacak tamamı su zaten.
Hava burada oldukça soğuktu otele yerleştikten sonra etrafı dolaşıp et yiyebileceğimiz biryer aramaya başlıyoruz. İngilizce bilen neredeyse hiç yok. Laz olduğumdan ve gürcicenin lazcaya yakın kelimeleri sayesinde su (skali) gibi ihtiyaçlarımızı kolay hallediyoruz. İngilizce bilen birini bulup gürcüce et yemek istediğimizi ama domuz eti tercih etmediğimizi bir kağıda yazdırıp onu gösteriyoruz her girdiğimiz yere.
TABATSKURİ Gölü…
Bakurani merkezinden 1,5-2km
sonra stablize yoldan tırmanışa geçiyoruz. Göle giden en kısa yol burası. Bir
süre sonra ağaçlık bölge bitiyor. Burası Bakü-Ceyhan boru hatı rotası.
Zirvede bizi askerler karşılıyor, yaklaşık yarım saatlik kontrol sonrasında yolumuza devam edebiliyoruz. Göle kadar birkaç göçebe (belkide bizdeki gibi yazın yaylaya çıkmış ta olabilirler) olan hayvan sürüleri besleyen çadırda yaşayan ailelerle karşılaşıyoruz. Bizi ısrarla akşam çadırlarına davet ediyorlar, kuzu keseceklerini söylüyorlar ama bizim vakit problemi ve hedefe ulaşma zorunluluğumuz bu nazik davetlerini red etmek zorunda bırakıyor....Orta Asyaya tur yapacaksan zaman problemin olmayacak, tüm orta asyayı bedava yiyip içerek dolaşabilirsin.....
Bu koyun da Zirve de nöbet tutan askerlerin yiyeceği.....
Askerler kaldığımız otelden kontrol ettiler, birkaç yerle telsiz ile görüştüler ve bize 45dk kadar zaman kaybettirdiler, ama motorun üzerinde poz vermeyi de atlamadılar.... Düşecek altında kalmasın diye motorun arkasına geçip tutmak zorunda kaldım binerken ve inerken.....Fotograf çekmeyin diye uyardı ama ben yinede bir poz yakaladım...Zeki benim motora binmek bile istemiyorlar diye herseferinde çok bozuluyor,,,,,Yeni Teneresi tur öncesinde gelmiş olsaydı benimkine de bu kadar binmezlerdi belki.....
Her defasından önce çoban köpekleri karşılıyor bizi. Motor üzerinde çok korkutuyorlar bizi. Çadırda kalan ailenin çocukları bizim yanımıza kadar gelip güvenle geçmemize yardımcı oluyorlar....
Göle kavuşuyoruz ama benim top caseyi tutan 4 vidadan birinin fırladığını farkediyorum. Araziye dayanamamış. Zeki aynı dişe sahip bir vida çıkarıyor takıyoruz ve tam oluyor. İnanamıyorum Zeki'den böyle bir yedek vidanın çıkmasına, çok şaşırtıcı.....Vidaya çok güvenmiyorum birde yanımdaki ahtapot ile iyice sarıyorum taş gibi oluyor.
İki yol tercihinden birini kullanma kararı vermemiz gerekiyor. Daha önce gelenlerden Tsalka gölüne arazidan geçişin zor olduğunu ve artçılı hiç tercih edilmemesi gerektiğini söylemiş olsalar da bu durumu da arkadaşıma söylemiş olsamda yine de o yolu tercih etme konusunda ısrarcı davranıyor ve bende kabul ediyorum. Yol diye bir şey yok zaten.
Daha önce geçen araçların çim üzerinde bıraktığı izlerden devam etmeye çalışıyoruz, yol ayrımlarında (farklı netlikteki izlerde) birkaç kez geri dönüp diğerinden devam ediyoruz. Yumruk büyüklüğünde taşların olduğu çok gevşek bir zeminde artık artçıları yürütmek zorunda kalıyoruz. Gerçi bizde motor üzerinde oturuyoruz ama ayaklar yerde yürür vaziyette. Bir taşın üzerinden diğerine binerken benim ön teker boşta kalıyor ve yatırıyorum motoru. Zeki önde ve oda cebelleşiyor yolla, neyse sesimizi duyuruyoruz geliyor ve kaldırıyoruz motoru. Yan çantalar koruma demirinden çok daha iyi iş görüyor, düşen motorda daha kolay kaldırılıyor....Yoldan gitmek yerine yol dışına çıkmaya karar veriyoruz ve öyle devam ediyoruz.
İşte hiçbirşeyin ortasındayız:-) çiçek böcek molası veriyoruz....
Sonunda bir köye kavuşuyoruz yarım Türkçe ve İngilizce bilen 13-15 yaşlarındaki bir kız ile sohbet ediyoruz. Kızcağız bizimle ingilizce konuşabilmek için sürekli gözümüzün içine bakıyor. Sayesinde çok güzel iletişim kuruyoruz. Ama arada Türkçe konuşmuyor değiliz. Yaşlı kadınlar zor da olsa anlıyorlar bizi bizde onları.....
Sonradan gelen yukarıdaki fotograftaki beyaz yazmalı kadın "Neden geldiniz bu köye?" diye soru yöneltince bizim Zeki muziplik olsun diye "Senin için geldik" demesiyle kadın hem utanıyor hemde kızıyor ve "Ne yapam ben seni, nemim erim var" diyor, biz yerlere yatıyoruz,,,,Zeki de yok yok şaka yaptım diyene kadar azarı işitiyor....
Köylülerin kahve ikramından sonra artık yol ama toprak ve bol çukurlu olarak devam ediyoruz. Göle kavuştuğumuzda asfaltada kavuşmuş oluyoruz. Bu yol bizi çok yoruyor ve Tiflis öncesi küçük bir uyku molası veriyoruz herkes kaybettiği enerjisinin bir kısmını geri yüklüyor.
Zirvede bizi askerler karşılıyor, yaklaşık yarım saatlik kontrol sonrasında yolumuza devam edebiliyoruz. Göle kadar birkaç göçebe (belkide bizdeki gibi yazın yaylaya çıkmış ta olabilirler) olan hayvan sürüleri besleyen çadırda yaşayan ailelerle karşılaşıyoruz. Bizi ısrarla akşam çadırlarına davet ediyorlar, kuzu keseceklerini söylüyorlar ama bizim vakit problemi ve hedefe ulaşma zorunluluğumuz bu nazik davetlerini red etmek zorunda bırakıyor....Orta Asyaya tur yapacaksan zaman problemin olmayacak, tüm orta asyayı bedava yiyip içerek dolaşabilirsin.....
Bu koyun da Zirve de nöbet tutan askerlerin yiyeceği.....
Askerler kaldığımız otelden kontrol ettiler, birkaç yerle telsiz ile görüştüler ve bize 45dk kadar zaman kaybettirdiler, ama motorun üzerinde poz vermeyi de atlamadılar.... Düşecek altında kalmasın diye motorun arkasına geçip tutmak zorunda kaldım binerken ve inerken.....Fotograf çekmeyin diye uyardı ama ben yinede bir poz yakaladım...Zeki benim motora binmek bile istemiyorlar diye herseferinde çok bozuluyor,,,,,Yeni Teneresi tur öncesinde gelmiş olsaydı benimkine de bu kadar binmezlerdi belki.....
Her defasından önce çoban köpekleri karşılıyor bizi. Motor üzerinde çok korkutuyorlar bizi. Çadırda kalan ailenin çocukları bizim yanımıza kadar gelip güvenle geçmemize yardımcı oluyorlar....
Göle kavuşuyoruz ama benim top caseyi tutan 4 vidadan birinin fırladığını farkediyorum. Araziye dayanamamış. Zeki aynı dişe sahip bir vida çıkarıyor takıyoruz ve tam oluyor. İnanamıyorum Zeki'den böyle bir yedek vidanın çıkmasına, çok şaşırtıcı.....Vidaya çok güvenmiyorum birde yanımdaki ahtapot ile iyice sarıyorum taş gibi oluyor.
İki yol tercihinden birini kullanma kararı vermemiz gerekiyor. Daha önce gelenlerden Tsalka gölüne arazidan geçişin zor olduğunu ve artçılı hiç tercih edilmemesi gerektiğini söylemiş olsalar da bu durumu da arkadaşıma söylemiş olsamda yine de o yolu tercih etme konusunda ısrarcı davranıyor ve bende kabul ediyorum. Yol diye bir şey yok zaten.
Daha önce geçen araçların çim üzerinde bıraktığı izlerden devam etmeye çalışıyoruz, yol ayrımlarında (farklı netlikteki izlerde) birkaç kez geri dönüp diğerinden devam ediyoruz. Yumruk büyüklüğünde taşların olduğu çok gevşek bir zeminde artık artçıları yürütmek zorunda kalıyoruz. Gerçi bizde motor üzerinde oturuyoruz ama ayaklar yerde yürür vaziyette. Bir taşın üzerinden diğerine binerken benim ön teker boşta kalıyor ve yatırıyorum motoru. Zeki önde ve oda cebelleşiyor yolla, neyse sesimizi duyuruyoruz geliyor ve kaldırıyoruz motoru. Yan çantalar koruma demirinden çok daha iyi iş görüyor, düşen motorda daha kolay kaldırılıyor....Yoldan gitmek yerine yol dışına çıkmaya karar veriyoruz ve öyle devam ediyoruz.
İşte hiçbirşeyin ortasındayız:-) çiçek böcek molası veriyoruz....
Sonunda bir köye kavuşuyoruz yarım Türkçe ve İngilizce bilen 13-15 yaşlarındaki bir kız ile sohbet ediyoruz. Kızcağız bizimle ingilizce konuşabilmek için sürekli gözümüzün içine bakıyor. Sayesinde çok güzel iletişim kuruyoruz. Ama arada Türkçe konuşmuyor değiliz. Yaşlı kadınlar zor da olsa anlıyorlar bizi bizde onları.....
Sonradan gelen yukarıdaki fotograftaki beyaz yazmalı kadın "Neden geldiniz bu köye?" diye soru yöneltince bizim Zeki muziplik olsun diye "Senin için geldik" demesiyle kadın hem utanıyor hemde kızıyor ve "Ne yapam ben seni, nemim erim var" diyor, biz yerlere yatıyoruz,,,,Zeki de yok yok şaka yaptım diyene kadar azarı işitiyor....
Köylülerin kahve ikramından sonra artık yol ama toprak ve bol çukurlu olarak devam ediyoruz. Göle kavuştuğumuzda asfaltada kavuşmuş oluyoruz. Bu yol bizi çok yoruyor ve Tiflis öncesi küçük bir uyku molası veriyoruz herkes kaybettiği enerjisinin bir kısmını geri yüklüyor.
TİFİLİS…
Tiflis’e akşamüzeri girebildik.
Elimizde 1-2 hostel GPS rotası olduğundan çok emindik yer bulacağımıza fakat
hostellerin eşlerle kalmaya çok uygun olmadığını gördük. Uygun fiyata otel
bulabilmek için biraz zaman harcamak zorunda kaldık.
Kıyafetler ile fotoğraf çektirmek paraylaydı bizde bu yöntemi bulduk ama pek olmamış...ne cimrilik yapmışız yaw...
Sıcak havada motor
kıyafetleri ile etrafta dolaşmak çok kolay olmuyor. Oda balı 70$ olan oteller
vardı fakat biz bir Türk’e ait Otel Antalya’da oda başı 60$’a yer bulup çok
fazla zaman kaybetmeden yerleşiyoruz. Her yıl geleneksel olarak gezilerimizde
bir akşamı makarna partisine ayırıyoruz, bu iş için en uygun yerde burasıydı.
Malzemelerimizi alıp otelin mutfağında hazırlayıp terasta da bol makarnalı ve
salatalı bir akşam yemeği yiyoruz. Yediklerimizi hazmetmek için atıyoruz
kendimizi sokağa. Teleferiği bulmak için bir sürü yol yürüyoruz ama pes
ediyoruz. Elimizdeki bu kadar haritadan sonra bulamamamızı isteksizliğimize
yoruyoruz. Geri dönüp şu büyük meydanlardan birinde dinlenelim diyoruz ama
otele yakın bir yere geldiğimizde pilimizin tükendiğini fark ediyoruz. Günlük
yapılan yol km olarak çok değildi fakat yorucuydu.
Kıyafetler ile fotoğraf çektirmek paraylaydı bizde bu yöntemi bulduk ama pek olmamış...ne cimrilik yapmışız yaw...
VLADİKAVKAZ…
Artık daha fazla bekleyemezdik Kafkaslara biran önce kavuşmalıydık. Rotamız direkt olarak Rusya’nın Vladikavkaz şehri. Kafkasların Gürcistan sınırlarında kalan Mestia, Uçkuli, Omalo, Shatili gibi bölgeleri mükemmel manzaralarla dolu fakat bunların hepsi de artçılı sürüş için hiçte uygun bölgeler değil. Dolayısı ile bu seferlik Kafkasların Rusya tarafını keşfetmeyi tercih ediyoruz.
Tiflis-Gudauri kayak bölgesine kadar olan yol çok düzgün ve Kafkasların klasik manzaralarını görebileceğiniz bir güzergah.
Gudauri bölgesinden itibaren yok stablize ve sürekli bir yol çalışması var. Bu geçitte bir sürü tünel var. Bir kısmı hala yapım aşamasında bir kısmı da onarımda. Geçidi bir ara 2-3 saatliğine kapatıklarında bizde en yakın tepelerden birine çıkıp hem dinlendik hem de muhteşem Kafkasları içimize sindirme fırsatı bulduk.
Puro eşliğinde biradan sonra geri dönen kızların fotograflarını çekmek için önlerine atlıyorum, bizimkilerin "Ne yapıyor bu Ahmet yine" bakışları altında birkaç güzel poz yakalıyorum Kafkas Dağlarında,,,,,
Gittikçe yaklaşıyoruz Kafkas zirvelerine.....Burası yol üzerindeki seyir bölgesi Gudauri....
Bu arada şunu belirtmeden geçemeyeceğim Gürcistan da inekler Hindistandakiler kadar kutsal galiba. Her yerde yollarda tünellerin içinde köprü üzerlerinde inek sürüleri var ve kaçmıyorlar. Bir köprü tamamen inek ağırına dönüşmüştü araçların geçebileceği tek şerit kalmıştı ve karşılıklı araçlar birbirlerine yol vererek tek şeritten ve hayvan pisliği üzerinden ilerlemek zorunda kalmıştık. En kötüsü de karanlık tünele girer girmez simsiyah ineklerin birden karşında belirmesi ki çok tehlikeli anlar atlatmadık değil.
Yol çok kalabalıktı.
Azarbeycan’dan Rusya’ya kara yolu ile tatil amaçlı gidenler de bu yolu
kullanıyor. Konvoy halinde ilerliyoruz. Zirve sonrasında inişe geçiyoruz. Her
yerden su akıyor. Yolların bir bölümü çamur içinde ve sürekli bir stablize
yoldan ilerliyoruz. Yokuş aşağıya yüklü motoru kontrol etmek sürekli dur kalk
yaparak çok zorlaşıyor. Sonunda asfalta kavuşuyoruz bir müddet kapıya kadar
asfalttan ilerliyoruz.
Gürcistan’dan çıkmadan önce
benzinlikte depoları fulleme gibi bir aptallık yapıyoruz. Bu bölgedeki en ucuz
benzin Rusya’da litresi 1$’ın altında. (Daha sonrasında Rusya’yı da boş depo
ile terk etmek iyice vahim bir durum oluyor). Sınır geçişinde çok zaman
kaybediyoruz. Bize Rusça yazılı bir belge verip bir sürü sorulara cevap
vermemizi istiyorlar. Oradan Rusça ve aynı zamanda Türkçe bilen biri buluyoruz
ve doldurmaya çalışıyoruz. Daha sonra aklımız başımıza geliyor ve anlamadığımız
bir evrakı nasıl doldurabiliriz bu yanlış olmalı diye itiraz ediyoruz ve bize İngilizce
formlar geliyor. Aynı şeyleri bir daha dolduruyoruz. Sonunda Rusya’ya
giriyoruz.
Vladikavkaz güzel ve büyük bir
şehir. Gece tüm sokaklar ışıl ışıl. Yollardaki tranvay hatları binalar
ışıklandırılmış. Bu sefer güzel bir otel buluyoruz. Aslında otel değil de akşam
ve sabah kahvaltısı verilen lokantası çok hoştu. Otele bitişik bir binada bize
tam olarak Rus mimarisini yaşattı. 5m yükseklikteki tavan geniş bir mekan (girişteki
hole bir lokanta daha sığar). Garsonlar gayet hoş, müzik sesi çok kısık fon
müziği gibi hiç rahatsız edici değil. Akşam yemeğimizi ve kahvaltımızı bu
mekanda almaktan gayet mutlu oluyoruz.
Ertesi gün Vladikavkaz da eski
bir camii ziyaretinde bulunuyoruz. Burası zamanında bobbalanmış ve üzerinde
birtakım tartışmaların yaşandığı bir mekan. Bizi bekçisi karşılıyor ve Türkçe
bilgi vermeye çalışıyor. Öyle bakmak olmaz 2 rekat namaz kılın diyor. Oruç
tutmadığımızı da öğrenince dayanamıyor “Siz nasıl Müslümansınız namaz kılmaz
oruç tutmaz…” diye içini döküyor amcam….ama yine de bize ayrılırken 2 şer
litrelik pet şişede su veriyor yolda ihtiyacımız olur diye…..
Hava yağmur yağacak gibi, Vladikavkaz-Baksan arası idare diyoruz yağmurlukları giymiyoruz. Baksan kavşağından Elbruz yoluna girmeden yağmurluklarımızı kuşanıyoruz. Muhteşem bir manzara eşliğinde Kafkas dağları içlerine doğru yol alıyoruz. Havanın bu şekilde yağmurlu oluşu manzarayı tam olarak yakalamamızı güçleştiriyor fakat bulutların dağ zirvelerini birkaç saniyeliğine bir kapatıp bir açması da çok hoş görüntüler oluşturuyor. Hava iyice soğumaya başlıyor. Karlı tepeler artık çok daha yakınlarda. Terskol’a geldiğimizde daha önceden kodladığımız bir otelde duruyoruz. Bölgece birsürü otel var, birçoğu kapalı tabi sezon dışı olduğundan. Kayak sezonu değil ama dağcıların sezonu Temmuz ayı sonuçta. Yine her yerde trekking yapan daha tırmanış için hazırlanan bir sürü turist var. 7 Kıta 7 Zirve yapanlar Avrupanın bu en yüksek dağı Elbruz için buradalar. 1 haftalık bir alışma döneminden sonra tırmanışa geçiyorlar. Zirve için yanınızda malzeme getirmenize gerek yok bir sürü profesyonel her türlü malzeme kiralayan mağaza var.
Otelimizde kaloriferler
çalışıyor, soyunup dökülüp biraz ısındıktan sonra Terskol merkezine yürüyüşe
çıkıp ertesi gün 4200m ye kadar çıkacağımız teleferikler konusunda bilgi
toplamaya çalışıyoruz. Yürüyüş çok keyifli, 360 derece manzara mükemmel.
Kesinlikle buralara profesyonel bir fotoğraf makinesi ile gelmek gerekiyor.
Buradaki tüm marketlerde yerli
halk çalışıyor ve hepsi ile istinasız Türkçe konuşabilirsiniz. Biraz doğal evde
yapılmış yoğurt ve tatlı alışverişinden sonra otelimizi dönüyoruz. Otel fiyatı
kişi başı 500 Ruble bu fiyatın içinde Akşam yemeği ve sabah kahvaltısı var.
ELBRUZ
3 Farklı teleferik aktarmasından
sonra base kamp olarak isimlendirilen yaklaşık 3700 küsür metrelere çıkıyoruz.
Teleferik ile çıkış bile mükemmel duygular yaşatıyor bize. Her taraf kar ve
buzul. 3. Teleferik çok eski ve sadece oturacağınız sandalye var ve emniyeti de
metal bir çubuk elinizle açık kapayabiliyorsunuz. Kar yağışı altında en son
bölümü alıyoruz. Hava iyice soğuyor ve tamamen karların içinde buluyoruz
kendimizi.
Şu dağcıların yaşadıklarını çok
az da olsa tatmak için sis bulutunun içinde tırmanışa geçiyoruz. 200m sonra
arkamızı göremeyecek kadar sisin içine gömülüyoruz. Rakım arttıkça soluk alma
hızımız artıyor ve her adım biraz daha güç olmaya başlıyor. Dağcılara ayıp
olmasın onları demoralize etmemek için motosiklet kıyafeti ile ana kampa kadar
tırmanmışlar demesinler diye vazgeçip geri dönüyoruz. Elbruz üzerinde ve
4000metredeyiz ama Elbruzu gerçek anlamda göremiyoruz. Her tarafı sis ile
kaplı. Bu sefer böyle olsun bir daha ki sefere umarım daha net bir görüntü
alabiliriz.
Teleferik ile iniş ayrı bir
keyif. Lunaparkta insanı bundan daha iyi hissettiren bir salıncak yoktur
herhalde.
Yukarıda ayrı bir dünya var sanki. Ana kamptaki yaşantıyı merak ettiğimizden bir tane konteyner a giriyoruz. Yalıtımı mükemmel yapılmış bir cafe burası. İçeride her türlü ülkeden insan var. Bir masaya kurulup dağcıların kurabiyelerinden otlanıyoruz. Bir miktarda şu hiç kokmayan yumurtalıekmeklerden götürüyoruz.
Sonraki hedefimiz Dombay fakat Kafkaslarda kestirme yol yok. Aynı yolu geri çıkıp tekrar Kafkas içlerine Gürcistan sınırına doğru girmemiz gerekiyor. Bu da çıkış için 100 ve giriş içinde 100 olmak üzere toplamda en az 200km yapmak demek. Yolumuz üzerinde bir tepeye konuşlanmış küçük çaplı bir kayak otelinde (Bungolow) gecelemeyi düşünüyoruz. Burası Marapa Bungolow ları. Her şey jeneratöre bağlı. Gece 21:00-03:00 arası jeneratör çalıştığında hem kaloriferiniz hem de elektriğiniz aktif oluyor. Ne yiyecek nede içecek bulabiliyorsunuz.
Burayı işleten iki kişi bir karavanda yaşıyor. Türkçe anlıyorlar ama anlaşmak çok zor. Adları Edik ve Andre. Bizi karavanlarına davet ediyorlar. Bir tencere kuyruk yağı pişirip bize ikram ediyorlar. Yemek mümkün değil. Zekilerin Bungalovunda çıkınımızda ne varsa onları ortaya döküp yumuluyoruz.
Bungalow evler gayet geniş ve
rahat. Tuvalet ve banyosu içinde. Tepe bir noktada olduğundan 360 derece
manzara var.
Bizle birlikte kampa gelen 7-8 ilkokul öğrencisi Kazak karate antrenörü ve 2 Rus yardımcı ile birlikte kalıyorlar. Yarı İngilizce yarı beden dili keyifli sohbet etmeye çalışıyoruz.
Avrupanın en yüksek dağı olan Elbruz’u görüyor. Uzaktan bile insanın tüylerini kaldırıyor. Hava ve manzara mükemmel daha ne olsun.
DOMBAY
Sabah erken yola çıkıyoruz çünkü
kaldığımız yerde yemek adına hiçbirşey yok. Yolumuz üzerindeki en büyük
yerleşim olan Karaçay’da kahvaltı yapacağımız yer bakıyoruz. Yola sıfır yanyana
sıralanmış market gibi görünen ama çiğbörek yiyebileceğimiz bir yer buluyoruz.
Yine Türkçe konuşuyoruz. Sağolsun teyzecim bize dışarda bir masa ayarlıyor komşu market sahipleri de yardımcı oluyor
teyzeye. Teyzecim bizi akraba olarak görüp yolcusununuz karnınızı doyurmadan
kalkmak yok diyor ve hem yumurta hem de çiğbörek pişiriyor. Bir de kendi
yaptığı yoğurdu çıkarınca mükemmel bir kahvaltı oluyor bizim için. Sonrasında
ise para almak istemiyor. Burası Dombay dönüşü kavşağı olduğundan ertesi günde
aynı yerden geçmek durumundayız ve kesinlikle kahvaltıyı burada almaya karar
veriyoruz. Kahvaltı sonrası teyze para almak istemiyor zorla veriyoruz ama yine
de hesaba birkaç şeyi yazmıyor benim ikramım diyor.
Kahvaltı için tek katlı yanyana birsürü bakkal, cafe karışımı bir yerde duruyoruz..Birini tercih ediyoruz.
Teyzecim bizi öyle ağırlıyor ki doyana kadar yediriyor, Sanki müşteri değiliz de misafirliğe evine gelmiş gibiyiz, yoğurt istiyoruz bidonun geri kalanını yanımıza veriyor, birer börek istiyoruz, birer de benden diyor, ikram ediyor....O anda taze taze börekleri pişirip getiriyor....Oradan doyarak ayrılmamız onu çok mutlu ediyor.....Yarın sabah dönüşte kesin yine buradayız.....
Dombay yoluna döner dönmez muhteşem manzara festivali başlıyor ve tadını giderek arttırıyor. Yol kalitesi mükemmel. Yolda bazı yerlerde genişletme çalışması var ama trafiğe engel değil. Burası kış turizmin yapıldığı en güzel kayak merkezlerinden biri.
Dombay dağların ortasında çukura yerleştirilmiş bir bölge. Etrafı dim dik karla kaplı dağlarla çevrili ve her taraftan büyük gürültü ile akan nehirler var. Adım başı otel var. Burası yazın bile çok kalabalık. Sıcaklık mükemmel. Keşke tüm yaz turlarımız bu şekilde hep yüksek rakımlarda olsa.
Merkezin tam bitimine doğru bir otel önünde 3-5 motor fark edip ileriden dönüyoruz.
Yanlarına geldiğimizde onlarında bizi fark ettiklerini ve bizi çevirmek için motora binme hazırlığında olduğunu görüyoruz. Türk arkadaşlar Oteli tavsiye diyorlar ve bizde hiç zaman kaybetmeden odalara yerleşiyoruz. Bu gezide kaldığımız en lüks oda, aslında oda değil süit daire diyelim….70$ oda başı veriyoruz ama banyosu zaten bir oda kadar. Banyoda jakuzili, masajlı bir duş yeri var. Elbise dolapları ile oda tamamen ayrılmış. Çatı katı penceresinden ve balkondan görülen manzara inanılmaz. Pencereden baktığınızda sanki biri dışarıdan cama kartpostal yapıştırmış gibi.
Soyunup dökülüp hemen teleferiklere koşuyoruz. Burada da 3 farklı teleferik ile zirveye çıkıyoruz. İki adet teleferik hattı var yeni olanı kullanıyoruz. Teleferik için ödediğimiz paralar hiç rahatsız etmiyor bizi. Bu eğlenceyi bu fiyata hiçbir yerde alamazsınız. İlk iki teledefik kapalı camlı 3. Teleferik ise açık 6 kişilik koltuklu. Yukarı çıkarken manzara harika dönüp dönüp arkaya bakıyoruz birbirimizi uyarıyoruz bakmayın orayı dönüşte göreceğiz zaten….Nereye bakarsan bak mükemmel. Yamaç paraşütü ile dolaşıyor hissi veriyor insana. En sonuncu teleferik ile tırmanış ise bambaşka. En tepe noktaya ulaşıyoruz. Her tarafta şelale, buzul ve kar var. Herkesin yüzü sürekli gülüyor. Nasıl bir yer burası? Batı taraftaki zirvelerin hemen arkası Gürcistan, Abhazya bölgesi.
Fotograf çekmek paraylan......... Arkadaş "Yak" ve sahibi .....
Herkesin ağzı kulaklarında....Zeki en son teleferikten iner inmez ben karşı zirveye çıkıcam deyip fırladı Nimette arkasından, ben ise eşimi yalnız bırakmayayım dedim ama çok sabredemedim bende fırladım.....360 derecelik bir manzara ve biz tam ortasındayız, nereye baksan kar buzul şelale v.s.....
En iyi şaşlık (Et mangal)
yiyebileceğimiz yerin burası olduğunu etraftaki şaşlık hazırlıklarından
anlıyoruz. Akşamüzeri tüm lokantalar mangal hazırlığında her bir et parçası
avuç büyüklüğünde. Kaldığımız otelin lokantasında (farklı kişiler tarafından
işletiliyormuş) yediklerimiz bizi pek
kesmiyor biraz da fiyatlı…Gezerken bir başka lokantada daha ucuza ve daha az
yağlı büyük parçalı şaşlık alıyoruz. Etrafta bir sürü tezgah ve yöresel
kıyafetler postlar falan satılıyor. Gözlerimiz hep postlarda. Zirvede
gördüğümüz YAK hayvan postları bile var….Bir tane ev için bir de motor selesi
için alıyorum. Postlar çok kaliteli, bölge soğuk olduğundan tüyler çok daha
uzun….
MAYKOP
Dombaydan sonraki rotada en yakın
Karadeniz kıyısına ulaşım Maykop üzerinden bir liman kenti olan Tuapse. Sabah
kalkıp kahvaltıyı yolumuz üzerinde olan Karaçay’da yine aynı teyzemizin yerinde
yapacağımızı planlayarak yola çıkıyoruz. Yolda gayet makul bir hızda etraftaki
manzaralara baka baka ilerlerken önümüze sağ taraftan çalılıkların arasından
zıplaya zıplaya atlayan bir buzağı fark ediyorum. Çalılıklar arasından
fırlaması ile yolun tam ortasına düşmesi bir oluyor. Frene abanıyorum arkamdaki
eşimi bir an yanımda hissediyorum göz göze geliyoruz sankiJ)) Buzağı çapraz
pozisyonda kıçı bize dönük olarak durduğu pozisyonda birazda motoru frenle
birlikte sola kırıyorum ve evet kıçı kurtardık artık buzağının baş tarafından
çarpıyorum dediğim anda buzağı başını diğer tarafa çevirmesi ile sıyırıp
geçiyorum ama nasıl oldu da çarpmadık diye birbirimize bakıyoruz. Gürcistan ve
Rusya da ineklere çok dikkat etmek gerekiyor.
Kahvaltısından çok keyif
aldığımız teyzemizin dükkanı önüne geliyoruz ama maalesef kapalı. Pazar günü
olduğundan birçok yer kapalıymış….Ama aynı misafirperverliği diğer bir teyze
gösteriyor bize ve bizi doyurana kadar yediriyor. O sırada dükkana karpuz
getiren eşi bize bir büyük karpuz kesiyor ve bunların hiçbiri için para talep
etmiyor. Biz yine ze zorla da olsa bir miktar ödeme yapabiliyoruz.
Maykop gayet düzenli geniş
caddeleri olan büyük bir yerleşim yeri. Pahalıda olsa bir otel bulabiliyoruz.
Eskişehir deki yapay plaja benzer ama daha büyük bir suni havuz oluşturulmuş.
Suyu Reka Belaya nehrinden alınmış. Parktan görür görmez dayanamadık ve suya
daldık. Su gayet temiz ve sürekli nehirden gelen su ile yenileniyor. Biraz
sonra yağmur yağmaya başladı ama su harikaydı. Yağmurda da suyun keyfi bir kat
daha arttı.
GELİNCİK-ANAPA
Maykop-Tuapse arasındaki yol dar
ve zemini bozuktu. Ayrıca yolda çalışma olması hızımızı çok düşürdü ve biraz da
toza boğulduk. Yolda kamyoncuların tercih ettiği mangal et yapan bir yerde
durduk. En güzel şaşlığı da burada yedik diyebilirim. Tuapse Liman şehri
olduğundan ilgimizi çok fazla çekmedi ve Karadeniz kıyısından yolumuza Anapa’ya
doğru devam ettik. Yol çok dar ve tırlarla dolu. Motorlu olduğumuzdan bir
şekilde aralardan yada yokuşlarda daha hızlı davranarak sollama yapabildik.
Rusya’nın Karadeniz’e ülkeye kıyasla çok küçük bir sahil şeridi olduğundan
bütün sahil turistik plajlarla ve otellerle dolu. Yol dar ve çok kalabalık.
Rakımıda sıfırladığımızdan terliyoruz artık ve Kafkas dağlarının 3-4 bin
rakımdaki buz gibi havasını özlüyoruz.
Kendin pişir kendin ye......
Gelincik koyunda hem yemek hem de
kalabilmek için duruyoruz ama sahile-merkeze yakın oteller çok pahalı ve yer de yok. Gelincik
çok kalabalık ve hareketli. Geniş bir meydan ile sahil iç içe. Herkes sokakta
sanki. Her yerde bir etkinlik ve aktivite var. Otel bulamadığımızdan denize de
giremiyoruz. Bizde Özbek yemeklerini tatmak ve birazda dinlenmek için bir Özbek
lokantasına kuruluyoruz. Özbek pilavı ve güveç tencere ile servis edilen et
yemeği harikaydı. Biz yemek yerken polislerin de motorlarımızın etrafında
döndüğünü fark ediyoruz. Motorlar araç parkının bitimindeki kukaların hemen
sonrasına meydan girişine çok ta fark edilmeyecek şekilde park edilmişlerdi.
Polisler buraya parkın yasak olduğunu söylediklerinde bizde hemen yanındaki
plakasız iki Rus scooterini gösterdiğimizde ruhsat ve kimliklerimizi vermek
zorunda kalıyorlar.
Hava kararmadan yola çıkmaya ve
bir sonraki şehir olan Anapa’da gecelemeye karar veriyoruz. Yolum büyük bir
bölümü karanlıkta ama daha sakin geçiyor.
Karanlık ta Anapa girişine
geldiğimizde bir scooter li peşimize takılıyor, bermuda pantolonlu, sis
gözlükleri olan kask mask hak getire 45-50 yaşlarında biri. Öyle böyle değil
sürekli arkamızda ters sinyal verip girer gibi yapıp girmiyorum atlattım
diyorum ama nafile herif dönüyor tekrar geri geliyor. Motoru da çok iyi
kullanıyor bisiklet gibi. Sonunda pes ediyor ve duruyoruz. İstemeye istemeye
tokalaşıyoruz motorun üzerinden kaskları bile çıkartmıyoruz ki biraz önce
uzaklaşabilelim diye. Herif Türkçe konuşmaya başlıyor, Kırım tatarıymış biraz
bozuk tabi Türkçe. Ama bizi çok iyi anlıyor. Israrla bizim eve gelin diyor ama
bizim hanımlar kaskın içinden kaç göz işareti ile “kesinlikle olmaz”
ifadesindeler….Kalacak yeriniz var mı diye soruyor, bizde var diyoruz ama yalan
daha otel bulamadık henüz…Benim evde kalın diyor, biz çok kalabalığız olmaz
diyoruz o ısrarla yerim var sorun yok diyor sizi yatırabilirim diyor. Ne
bilelim herifin malikanesi olduğunu. “Sana motorunu söyle senin kim olduğunu
söyleyeyim” lafı yalan harbi yalan. Mecbur kalıyoruz ve hadi bir çayını içelim
sonra gideriz sözünü alıyoruz ve takılıyoruz peşine. Merkezi bir yerde koca bir
bahçeli Villanın önünde duruyoruz.
Kapıda bir Rubicon, Bir Land Rover ve o an orada olmayan birde Land Crouser 4X4 leri var. Neden 3 tane diye sorduk cevap: Araziye çıkarken karı koca ayrı araçlara biniyormuş, peki diğer Landrover niçin dedik, onunla da Pazar alışverişine çıkıyormuş….Bahçeye girdik, 3 tane küçük motor bir tane de F650GS var. Bahçede asmanın altında oturduk. Enver abi hiç yerinde oturmadı sürekli bir hizmet modunda. Hanımlar evi ve hizmeti görünce kararlarını değiştirdiler. Bizde sırf geyiğine hanımlara artık geç oldu gidelim mi şeklinde sessizce soruyoruz bu sefer kaş göz oynatarak hayır hayır kalalım diyorlar.
Kapıda bir Rubicon, Bir Land Rover ve o an orada olmayan birde Land Crouser 4X4 leri var. Neden 3 tane diye sorduk cevap: Araziye çıkarken karı koca ayrı araçlara biniyormuş, peki diğer Landrover niçin dedik, onunla da Pazar alışverişine çıkıyormuş….Bahçeye girdik, 3 tane küçük motor bir tane de F650GS var. Bahçede asmanın altında oturduk. Enver abi hiç yerinde oturmadı sürekli bir hizmet modunda. Hanımlar evi ve hizmeti görünce kararlarını değiştirdiler. Bizde sırf geyiğine hanımlara artık geç oldu gidelim mi şeklinde sessizce soruyoruz bu sefer kaş göz oynatarak hayır hayır kalalım diyorlar.
Süper bir akşam geçiriyoruz.
Hanımlar evde bizde garaj üzerindeki jakuzili, saunalı, klimalı misafir
dairesinde kalıyoruz.
KERÇ
Ertesi gün oruç tutmasına rağmen
Enver abi bizi saatlerce Anapa merkezinde çarşısında ve sahilinde gezdirdi. Bir
sürü yedirdi içirdi, hediyeler aldı. Bu misafirperverliğin altından nasıl
kalkacaktık. Dost olmuştuk artık. Bizde kendisini Türkiye’ye davet ettik. Onun
da Türkeye’yi içeren bir gezi planı varmış 1 ay sonra oda Rus Eşi Svetlana ile birlikte Türkiye’ye
geldi benzer bir ağırlama ile karşıladık çok memnun oldu.
Ukrayna ya geçeceğimiz Kerç
kapısı Anapa’ya çok yakın. Rusya’da benzin diğer komşularına oranla çok ucuz
olduğundan görüm benzin istasyonunda yola devam ediyorum ama bir tane bile denk
gelmedi geç kalmıştım bakınmakta. Sonuçta Rusya ya dolu depo ile girmiş boş
depo ile çıkmıştım.
Anapa sonrası çok rüzgar alarak
yola devam ettik. Boğaza yakın her iki tarafımızda deniz olduğundan ve yüksek
bir dağ olmayışındadır sürekli dövüldük rüzgar tarafından. Sınır geçişi öncesi
kontrolde bize Rus polisleri Sigorta ve uluslararası ehliyet sordular yarım
yamalak İngilizceleri ile. Biraz aptala yatarak ehliyeti gösterdim, sigorta
içinde girişte istemediler dedim ve öylece geçtik. Ukrayna girişin de de bir
şey talep etmediler. Gemi ile geçiş gayet keyifli ve rahattı. Gümrük işlemleri
her iki tarafta da çok sıkıntılı değildi. Eşlerimiz ayrı kapıdan araçsız yolcu
bölümünden ilerlediler sürekli….
Gümrük sonrasında yine rüzgar
yiyerek Feodosiya da mola verdik. Burası Türkiyenin Akdeniz-Ege sahilleri gibi.
Sahiller turistik ve kalabalık. Artık yavaş yavaş dönüş için kararlar almamız
gerekiyordu. Gemi ile dönüş mü yoksa Moldava üzerinden (100 er Euro vize ile)
mi, yoksa Modova ya girmeden Romanya’ya girip mi gitmeliydik. Vaktimizde çok
kalmamıştı dolanarak gitmek için pek vaktimiz kalmamıştı. Gemi ile dönmek en
mantıklısı diye düşündük ve gemi tarihlerinin esnekliği ve kalkış zamanlarının
net olmaması nedeniyle ertesi gün direkt olarak Yevpatoriya limanına gitmeye
karar verdik. Bu sayede birkaç gün daha düşük tempolu ve dinlenme amaçlı vakit
geçirebilecektik.
Geceyi güzel bir pansiyonda
geçiriyoruz, akşam yemeğini yer bulamadığımız çok daha lüks bir otelde alıyoruz. Eşimin yemek fiyatı sudan daha ucuz
hesap geliyor. Meğer suyu EVİAN marka getirmişler….
YEVPATORİYA
Sabah kahvaltımızı küçük bir
börekçide çiğ börek yiyerek yapıyoruz. Bu böreği o anda hemen taze olarak
pişiriyorlar ve çok lezzetli oluyor.
Simferopol üzerinden direkt olarak Yevpatoriya ya ulaşıyoruz. Limana giden yol çok dar, koca Türk tırları bu ara sokaklardan nasıl geçiyorlar hayret ediyoruz. Sonunda limana ulaşıyoruz ve genelde her gün akşam mutlaka bir gemi olduğunu öğreniyoruz. Burası en yoğun limanmış. Ulusoy, Cenk Grup ve Unrustrans (Rus) asında sadece 3 firma var direkt olarak Zonguldak’a taşımacılık yapan. Bizden motorlar ve sürücüler için motor başına 350 Dolar, sadece yolcuların her biri için ise 400 Dolar talep ettiler. Bizde B planına geçtik, hemen oradan internet üzerinden Simferepol hava limanından İstanbul’a 2 gün sonrasına 150 Dolara eşlerimizin uçak biletini aldık ve gece kalacak yer bulmak için tekrar şehir merkezine döndük. Burası tatil şehri aynı zamanda. Her yerde tek katlı pansiyonlar ve moteller var. Birini bulup yerleştik ve hava kararmadan denize indik. Uzun süreden sonra ilk kez Karadeniz’de yüzmüş olduk. Burası tam anlamıyla yerli turistler için bir tatil merkezi. Her yerde gösteri, eğlence, alışveriş ve yeme içme yerleri var. Birine oturup kırmızı et ve balık yiyoruz. Gözünüzün önünde açıkta 2 dk da pişiriyorlar.
ALUSHTA
Sabah kalkıp hızlı bir plan yapıp
Sivastopol da kalmaya karar veriyoruz. Fakat Sivastopol da oteller çok pahalı
ve yer bulamadığımızdan tüm sahil şeridini dolaşıp Yalta üzerinden Alushta da
kalmaya karar veriyoruz.
Ama önce çiğ börek için Sivastopol da mola veriyoruz. İki şirin tatar kızın servis yaptığı bir kafede çok güzel kahvaltımızı yapıyoruz. Feride çok tatlı bir kız....Bize iyi bakıyor tabi Zekiye daha iyi bakıyor....:-)))
Sonraki durak Yalta. Yol mükemmel, Kırım yarımadasında mutlaka bu sahil yolundan geçmeli. Özellikle tam anlamıyla süper bir motosiklet yolu. Yol boyunca yüksek rakımdan seyehat ediyorsunuz ve koylara tepeden bakıyorsunuz. Yalta’da bir kafede mola veriyoruz bu arada ben bir iki pansiyon bakıyorum ama hanımlar burayı pek beğenmiyorlar çünkü o anda internette Yalta ile yazan ilk cümlelerden biri otel lobisinde 100 Dolara güzel bir kızla geceyi geçirebilirsiniz bilgisiydi. Tam dinlenemeden yola devam ediyoruz.
Ama önce çiğ börek için Sivastopol da mola veriyoruz. İki şirin tatar kızın servis yaptığı bir kafede çok güzel kahvaltımızı yapıyoruz. Feride çok tatlı bir kız....Bize iyi bakıyor tabi Zekiye daha iyi bakıyor....:-)))
Sonraki durak Yalta. Yol mükemmel, Kırım yarımadasında mutlaka bu sahil yolundan geçmeli. Özellikle tam anlamıyla süper bir motosiklet yolu. Yol boyunca yüksek rakımdan seyehat ediyorsunuz ve koylara tepeden bakıyorsunuz. Yalta’da bir kafede mola veriyoruz bu arada ben bir iki pansiyon bakıyorum ama hanımlar burayı pek beğenmiyorlar çünkü o anda internette Yalta ile yazan ilk cümlelerden biri otel lobisinde 100 Dolara güzel bir kızla geceyi geçirebilirsiniz bilgisiydi. Tam dinlenemeden yola devam ediyoruz.
Alushta ya girdiğimizde çok fazla otel ve
pansiyon olmasına rağmen yer bulmakta zorluk çekiyoruz çünkü hiçbir yerde
tabela yok. Oteli yol kenarında bekleyen kişiler komisyon karşılığı buluyor
size. Sonuçta sahil yolunda bir yerde park ediyoruz ve bir müddet sonra
orasının pansiyon olduğunu öğreniyoruz. Burası çok hoş. Akşam dışarda
yürümekten çok keyif alıyoruz, birkaç farklı yerde farklı şeyler tadıyoruz.
Gece eğlencesi de var sabaha kadar insanlar sokakta fakat biz çok yorgun
olduğumuzdan pek fazla gece hayatı içine giremiyoruz. Çarşı pazarda her yerde
Türkçe bilen biri bulabiliyorsunuz. Burada çok fazla tatar var.
SİMFEROPOL-YEVPATORİYA-ZONGULDAK
Eşlerimizi Uçağa yetiştirebilmek
için erken yola çıkıyoruz. Yol üzerinde bir alışveriş merkezine uğrayıp
hazırlıksız olduğumuz seyahat çantası eksikliğini gidermeye çalışıyoruz.
Bir önceki gezimizde önceden planlı olduğundan eşlerimizin eşyalarını önceden hazırladığım 3 adet un çuvalına koymuştuk son derece pratik olmuştuJ)….Hava limanı Yevpatoriya yolu üzerinde olduğundan bizim içinde ulaşılması çok kolaydı. Eşlerimizi hava limanı girişinde tamamen sivilleştirip pasaport kontrolünden uğurladıktan sonra gemi geçişi için hazırlıklara başlamak üzere Yevpatoriya’ya ilerliyoruz.
Akşama kalkacak bir geminin olduğunu öğreniyoruz ve bizi aramaları için telefonumuzu bırakıyoruz. Gemiye önce Tırlar alınıyor sonlara doğru kalan ölü bölgeye denk geldiğinde motorları yüklüyorlar. Gümrük işlemleri için biraz erken giriyoruz limana. Sağ olsun Türk tır şoförleri sürekli yardımcı oluyorlar. Çok fazlada karmaşık prosedür yok zaten birde artık gişedekiler Türkçe bile öğrenmişler.
Bir önceki gezimizde önceden planlı olduğundan eşlerimizin eşyalarını önceden hazırladığım 3 adet un çuvalına koymuştuk son derece pratik olmuştuJ)….Hava limanı Yevpatoriya yolu üzerinde olduğundan bizim içinde ulaşılması çok kolaydı. Eşlerimizi hava limanı girişinde tamamen sivilleştirip pasaport kontrolünden uğurladıktan sonra gemi geçişi için hazırlıklara başlamak üzere Yevpatoriya’ya ilerliyoruz.
Akşama kalkacak bir geminin olduğunu öğreniyoruz ve bizi aramaları için telefonumuzu bırakıyoruz. Gemiye önce Tırlar alınıyor sonlara doğru kalan ölü bölgeye denk geldiğinde motorları yüklüyorlar. Gümrük işlemleri için biraz erken giriyoruz limana. Sağ olsun Türk tır şoförleri sürekli yardımcı oluyorlar. Çok fazlada karmaşık prosedür yok zaten birde artık gişedekiler Türkçe bile öğrenmişler.
Yükleme Öncesi karnımızı doyurmak için halkın tercih ettiği bir tür tandır böreği yiyoruz....Ben iki ama Zeki 6 falan yiyor...
Uzun süren yükleme işleminden
sonra seyir halinde araçların başına gidilemeyeceğinden gerekli olan tüm
eşyalarımızı alıyoruz ve bize gösterilen kamaraya yerleşiyoruz. Bu hatta
çalışan Türk gemilerinin Rus gemilerine göre daha düzensiz ve daha az hijyenik
olduğunu Rus gemilerinin ise yıldızlı oteller gibi lüks olduğunu söylüyor tır
şoförleri. Bize bu sefer Türk gemisi denk gelmişti. Gemide 3 öğün yeme içme
bedava. Teras mükemmel. Yolculuğun büyük bir bölümünü terasta aldığımız bilimum
alkolleri tüketerek geçirdik. Tır şoförleri de çok kafa adamlar birsürü makara
kakara çevirdik, birçoğu ile kanka olduk…..
Yaklaşık 20 saat süren gemi
yolculuğundan sonra ertesi gün Zonguldak limanına giriyoruz. Ama buradan çok
kolay çıkamıyoruz. Bizi İnterpol servisine soruyorlar, Ramazan dolayısı ile
iftara yakın herkes kaçmak istiyoruz, sistemler kilitleniyor. Motorları orada
bırakıp Zekinin eve gidiyoruz. İki saat sonra haber geliyor motorlarınızı
alabilirsiniz diye. Ben çok rahat çıkıyorum gümrükten ama Zekinin çantalarına
gümrükçü bakmadığından çıkaramıyoruz motoru. Nasıl olsa Zonguldak’ta kalıyorum
diyerek ertesi gün almak üzere tekrar ayrılıyoruz gümrükten. Kendi ülkene giriş
yapamamak kadar can sıkıcı bir şey yoktur bu seyahatlerde. Aynı durum Kapıkule
içinde geçerlidir. Çıkar 10 ülke dolaşır gelirsiniz ama kapıkuleden içeriye 5-6
noktaya uğramadan giremezsiniz……Bu da bizim kaderimiz…..
Sonuçta çok harika bir turu yine
kazasız olarak atlatmıştık. Tahminimizden çok daha keyifli bir yolculuk
olmuştu. Kafkaslara kesinlikle birkaç kez daha gidilebilir.
2 yorum:
böyle geziler çok güzel,insan dünyaya tekrar gelmeyecek,çok gezmek çok okumaktan tabiikide çok daha iyi,belli değilmi okumuş deyyuzların bu cennet memleketi ne hale getirdiği,nasıl yönettiği? kendi insanına veya başka insana da şu güzel yurdun kapılarını açıp geçirirken çektirmediği eziyet kalıyormu.daha dün savaştan çıkan gürcistan kapılarından geçerken yakın ilgi ve nezaket karşısında nasıl utandığımı anlatayımmı?.ne yapmışızda tanrı bu güzelim ülkeye böyle dandalak %60 aziz nesinin %90 benim tespitim yönetici verdi?
gerçekten bu hikaye çok faydalı oldu,çünki,bende eşimle arabayla rizeden istanbuldan yola çıkıp rize batum vladikavkaz tuapse kerch ve kırım yarım adasını dolaşmak istiyoruz,dönüş içinde zonguldak a feribot düşünüyorduk ama taş devri yaşayan türk feribot sektörünün gazabına uğrayıp o müthiş seyahatı acı bitirmektensen 25 yıl öncenin komenistleri bugünün medeni ve doğu karadenizimin benzer insanlarının yaşadığı o yoldan geri dönerek tamamlamayı düşünüyorum.uzun yol olsunh mutlu son bulsun..teşekkürler dostlar
Yorum Gönder